Sansürlü belgeselden... Atatürk'ün manevi kızına!
önceki akşam, televizyon kanallarının birinde, "çaylak" isimli bir film vardı... Filmde; "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir" sözüne özellikle vurgu yapıldı ve bu söz, sık sık tekrarlandı... Gerçekten de; "Hiçbir şey göründüğü gibi değil"di!.. çünkü, "CIA için adam yetiştiren hoca"lardan biri, filmin sonunda "hain" çıkıyordu...
Görünüşte, "CIA için adam yetiştirecek" derecede "önemli bir ajan"dı ve "çaylak"lara; "karşı safta" olan herkesi "düşman" bellemelerini öğütlüyordu ama, kendisi "karşı safta"ydı, yani "düşman"dı...
Dolayısıyla; "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir" sözünün canlı kanıtı, bizzat kendisiydi!..
Sabahleyin gazeteye gelip de, gazeteleri okurken, bir daha gördüm ki; gerçekten de "hiçbir şey göründüğü gibi değil"dir!..
SANSüRLENEN BELGESEL!
Gazetelerde şöyle bir haber vardı:
"Sansürlü belgesel Köşk'ün sitesinde!"
"Bu da nereden çıktı?" deyip, başladım haberi okumaya...
"Olayın özeti" şu şekildeydi:
"Atatürk'ün isteğiyle Rus yapımcılar tarafından çekilen, 1969'da "Komünizm propagandası yapılıyor" diye TRT'de yasaklanan 'Türkiye'nin Kalbi Ankara' belgeseli, çankaya Köşkü'nün internet sitesinde yayınlanıyor"
Haberin ayrıntısı da şöyleydi:
"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, çankaya Köşkü'nde bir ilke daha imza attı. Atatürk'ün isteği üzerine Cumhuriyetin 10. yılı dolayısıyla Rus yapımcılar tarafından çekilen ancak 1969 yılında TRT'de gösterildiği sırada dönemin TRT Genel Müdürü Adnan öztrak tarafından gece baskınıyla yayından apar topar kaldırılan "Türkiye'nin Kalbi Ankara" belgeseli, çankaya Köşkü'nün internet sitesinde yayınlanmaya başlandı. Dönemin yayın sorumlusu Varlık özmenek, "O dönem belgeseli komünizm propagandası yapılıyor diye yayından aldılar.
Belgeselin yayından kaldırılması devrin yönetim zihniyetinin cehaletidir" dedi.
1934 tarihli Sovyetler Birliği yapımı "Türkiye'nin Kalbi Ankara" belgeseli, Cumhurbaşkanlığı'nın yenilenen www.cankaya.gov.tr adresli internet sitesinde, Atatürk özel bölümü içinde, videolar başlığı altında yer aldı.
Yıllardır hiçbir yerde gösterilmeyerek yasaklı kalan belgeselin çekimi Atatürk'ün özel isteğiyle oldu. Atatürk'ün Cumhuriyet'in 10. kuruluş yıldönümü dolayısıyla bir belgesel çekilmesini istemesi üzerine Sovyetler Birliği'ne teklif götürüldü ve genç yönetmen Sergey Yutkeviç Türkiye'ye gelerek belgeselin çekimlerine başladı.
Belgeselde Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti'nin kalkınması ve yaralarını sarması Ankara özelinde anlatıldı.
Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği dayanışmasının vurgulandığı belgeselde Cumhuriyet'in 10. kuruluş yıldönümü törenleri de geniş bir biçimde yer alıyor.
Belgesel sinema tarihi açısından büyük önem taşıyan Türkiye'nin Kalbi Ankara'da, 10. Yıl Marşı'nın yanı sıra Sovyetler Birliği Milli Savunma Bakanı Voroşilov'un Türkiye'yi ziyaretiyle ilgili olan bölümünde Enternasyonal Marşı da çalınıyor.
Belgesel, Cumhuriyeti anlatan ilk belgesel olması açısından da büyük önem taşıyor.
1969 yılına kadar kimsenin pek fazla bilmediği belgesel, TRT'deki gösterimi sırasında dönemin TRT Genel Müdürü Adnan öztrak'ın talimatıyla gösterimden çekildi."
ATATüRK'TEN DE ATATüRKçüLER!
Haberde daha başka detaylar da var ama orası konumuzla pek alakalı değil!..
İşte bu haberi okuduktan sonra, önceki akşam seyrettiğim "çaylak" filmindeki o söz geldi aklıma;
"Hiçbir şey göründüğü gibi değildir!"
Düşünebiliyor musunuz;
"Atatürk'ün özel isteği" ile çekilen bir belgesel, "Atatürk'ten de Atatürkçü" bir genel müdür tarafından yasaklanıyor!..
Gerekçe de ilginç;
"Komünizm propagandası yapılıyor!"
Ulan, yapılıyorsa yapılıyor!.. Atatürk'ün buna bir itirazı olmamış da, tasası sana mı düştü?..
Bir defa daha anladım ki;
Bu ülke ne çektiyse, "Atatürk'ten de Atatürkçü" olanlardan çekti!..
Suratlarına "Atatürkçü" maskesi geçirenler yüzündendir ki, bu millet yıllardır "yasak"lar ve "dayatma"larla boğuşuyor!..
"Atatürk'ün özel isteği" ile çekilen bir belgesel bile "yasaklanabiliyor" ise, "Atatürkçülük" adına, "laiklik" adına konulan daha başka "yasak"ların tutarlılığını da, varın, siz düşünün!..
Zaten öyle değil mi;
Bu ülke, "Atatürk'ten de Atatürkçü"lerden çektiğini kimden çekti?
Söyleyin, hangi "düşman"(!)dan çekti?!?..
"RESMî TARİH"TE üLKü!
İşte bu olay üzerine, Ankara Büromuz muhabirlerinden Uğur Bayer, tarihçi Cezmi Yurtsever ile görüşmüş...
Yurtsever, özetle demiş ki;
"Sayın Cumhurbaşkanı tarihi bilgi ve belgelerin yok edilmesine ve çürütülmesine engel olmalıdır. Osmanlı'dan günümüze kadar olan tarih arşivlerini yeniden kayıt altına aldırmalı ve herkesin erişebilmesine imkân sağlamalıdır. Tarihi gerçeklerin ortaya çıkması bazılarını rahatsız edebilir ama milletin çocukları gerçek tarihlerini doğru bir şekilde öğrenmek ister."
Yayın Kurulu toplantısında, "Yurtsever'in çağrısı" ile ilgili haber okunurken, aklıma, geçtiğimiz günlerde okuduğum "Atatürk'ün manevî kızı ülkü" ile ilgili haber geldi...
Hani, Cezmi Yurtsever, "Gerçekler ortaya çıksın" diyordu ya, "ülkü Adatepe'nin gizli kalan evliliği" ile ilgili kaç kişi bilgi sahibiydi acaba?.. "Atatürk'ün manevi kızının bir Yahudi ile evlendiğini" kaç kişi biliyordu?..
Burhan özbey'in haberx.com adlı internet sitesinde, "ülkü'nün gizli evliliği" ile ilgili satırlarını şaşkınlık içinde okurken; ister istemez şöyle düşünüyordum:
"Bu konuda, acaba resmî tarih ne diyor?"
ülkü Adatepe hakkında "resmi tarih"e geçen bilgiler şöyleydi:
"ülkü Adatepe, (doğum 27 Kasım 1932) Atatürk'ün en küçük manevi kızı...
Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın evlatlık kızı Vasfiye Hanım ile Fransızca öğretmeni ve gar şefi Mehmet Tahsin çukurluoğlu'nun kızıdır.
Zübeyde Hanım'ın küçük yaştan itibaren yetiştirdiği Selanikli Vasfiye Hanım, Zübeyde Hanım'ın ölümünden sonra bir süre Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Hanım'la kalmış. Atatürk kendisini Gazi Orman çiftliği'nde istasyon şefliği yapan Mehmet Tahsin Bey'le evlendirmişti.
Vasfiye Hanım ile Mehmet Bey'in çocukları olacağını öğrendiğinde ister kız, ister erkek olsun ülkü isminin verilmesini isteyen Atatürk, 9 aylıkken ülkü'yü çankaya Köşkü'ne aldırdı ve biraz büyüdüğünde onu yurt gezilerine götürmeye başladı.
Atatürk öldüğünde ülkü altı yaşındaydı.
üsküdar Amerikan Lisesi'nde başladığı öğrenimini maddi sıkıntılar nedeniyle tamamlayamadı ve genç yaşta evlendi.
İlk evliliğini Sabiha Gökçen'in amcasının oğlu üsteğmen Fethi Doğançay ile yaptı.
Onüç yıl süren bu evliliğinden iki oğlu oldu. İkinci evliliğini ise işadamı öke Adatepe ile yaptı."
Evet, "resmî bilgi"ler bu kadardı...
Gördüğünüz gibi, "ülkü'nün bir Yahudi ile evlendiği"ne dair en ufak bir bilgi yok!..
HEM EVLİ, HEM İKİ çOCUK ANASI!
Peki, nereden çıktı bu bilgi?..
Söz, Burhan özbey'de:
"Atatürk'ün manevi kızı ülkü çukurluoğlu, 23 Ağustos 1962 tarihinde ikinci evliliğini bir Yahudi ile yaptı. Sanırız bunu pek çok vatandaşımız bilmez... Bildiğimiz kadarıyla evliliğin yapıldığı tarihlerden sonra birkaç gazete dışında bu konuda basında pek ayrıntılı haberler çıkmadı... Toplumsal Tarih dergisinin Ağustos 2008 tarihli son sayısında (176), bağımsız araştırmacı Rifat N. Bali'nin kaleminden çıkan yazının önemli bir bölümünü sizlerle paylaşarak; tarihi olaydan bilgisi olmayan okurlarımızı aydınlatırken, az bilindiğini sandığımız bir gerçeğe de ışık tutmuş olalım."
Burhan özbey, bu girizgâhtan sonra, “ülkü’nün gizli kalan evliliği” olayının ayrıntısını şöyle yazıyordu:
"ülkü çukurluoğlu'nun ikinci kere evlendiğinde dair ilk haber, nikah gününün ertesinde Yeni Sabah gazetesinde yer aldı.Gazeteye göre ülkü Hanımın ikinci eşi Yeşua Bensusen 1.90 boyunda sarışın bir gençti.Babası bir yağ tüccarıydı.Ankara Yedeksubay Okulu'nda eğitimini yaptıktan sonra kura ile İzmit'e tayin edilen ve askerlik hizmetini burada bitiren Yeşua Bey Paris'e gidecek ve üç yıl burada kalacaktır.Daha sonra İstanbul'a dönen Yeşua Bensusen babasıyla birlikte ticaret yapmaya başlayacak, Nişantaşı ve Şişli sosyetesinde yakışıklılığıyla tanınacaktı.
Fethi Doğançay ile evli olan iki çocuk annesi ülkü Hanım, Yeşua Bey ile 1962 yılının Şubat ayında tanışacak, cazibesine kapılacak ve onunla evlenmeye karar verecekti.Yeşua Bensusen'in ailesi de, ülkü Hanım'ın boşanmaya karar vermesi ve kararını yerine getirmesiyle bu izdivaca itiraz etmeyecekti.
EVLİLİĞE TOPLUMUN TEPKİSİ
Yeni Sabah ilk haberinden iki gün sonra yayınlayacağı ikinci bir haberinde, evliliğin "yurtta derin tepki yarattığı"nı ve gazeteye gönderilen telgraflarda "bu izdivaçtan duyulan üzüntünün dile getirildiğini" yazacaktır.
Tepkiler bu kadarla kalmayacak, Milli Türk Talebe Birliği ve Mustafa Kemal Derneği üyeleri de bu evliliği protesto edeceklerdi.Her iki dernek;"Atatürk'ten ülkü'ye intikal eden bütün hakların kendisinden alınmasını ve Atatürk'ün ülkü ile olan bağlarına ait okul kitaplarında geçen kısımların çıkarılmasını" isteyeceklerdi. Mustafa Kemal Derneği Başkanı Muhtar Kumral,
"Atatürk'ün manevi kızının bir Yahudi genciyle evlenmesi bütün Türk halkında kuvvetli bir memnuniyetsizlik yaratmıştır.Bizler bunu protesto ediyoruz.Atatürk'ün kızını örnek alan birçok genç kız yabancı gençlerle evlenme arzusu göstermekteler" sözleriyle evliliği tel'in edecekti. Taşradan İstanbul'daki gazetelere gönderilen protesto mektuplarında, "Atatürk'ün kızı ve Yahudi kocası memleketten kovulmalı, vatandaşlıktan çıkarılmalıdırlar" diye yazmaktaydı. Bu protestolara, yeni evli çiftin kalmakta olduğu Hilton oteline hizmet eden yirmi taksinin şoförü de katılacaktı…
Bağımsız araştırmacı Bali'nin "Toplumsal Tarih" dergisindeki söz konusu yazısında, ülkü Hanım'ın kocası Yeşua Bensusen'in bu düşünce ve tavırlara olan tepkisi anlatılıyor, ülkü çukurluoğlu ile eşinin, kendilerine haksızlık yapıldığı yönündeki açıklamalarına yer veriliyor.
Yazının sonuç bölümünün son satırlarını aktararak yazımızı noktalayalım.
“...Son Posta gazetesi yazarı Tahir Tan değişik etkenleri öyle dile getiriyordu: Vay efendim, deniyordu; Atatürk'ün kızı nasıl olur da bir Musevi ile evlenirmiş.
Bu sözlere ülkü'nün kocasının verdiği cevap makul görülebilirdi.'Ben Türk'üm' diyordu genç adam.'Türk ordusunda askerlik görevimi ifa ettim. Ben kendimi Türk saydıktan sonra siz geri iter, beni aranıza almazsanız ne yaparım?' Genç kocaya, haksızsınız denemezdi. Konuşması makuldü.Fakat duyulan infial esasen kendisine değildi.Olgunluk çağına geldiği bir sırada, Atatürk'ün manevi evladı sıfatını taşıyan bir kadının koca iki çocuğunu ve kocasını bırakması, kendisinden daha genç, dini kendi dininden ayrı biri ile evlenmesi garipti. ülkü'nün bütün bunlara bir kül halinde mütalaa etmesi gerekiyordu. Bahis konusu olan sadece kocasının dini değil, manevi babasının lekesiz prestiji idi. Ne yazık ki o, yıllarca sonra pek de hoş olmayan bir olayla Atatürk'ün manevi kızı olduğunu hatırlatmıştı bize.Küçüklüğünde Türk'ün atası ile birlikte çekilen resimleri köylere kadar dağıtılan kız; "baba ve evlat sevgisinin sembolü" sayılıyordu. Fakat şimdi gazetelerin diline düşmek, kocasına olan sevgisini belirtmek ve nasıl tanıştıklarını, nasıl seviştiklerini anlatmakla ahlâk örneği olarak karşımıza çıktığı da hiç mi hiç iddia edilemezdi."
üLKü'Yü öRNEK ALAN ATATüRKçü KIZLAR
"Haber"lerin veriliş şeklinden ve yapılan "yorum"lardan da anlaşılacağı üzere; "ülkü"ye yönelik tepkiler, "aşık olduğu adam"dan dolayı değildi!..
öyle ya; "gönül"dü bu!..
"Ota da konar, boka da konar"dı!..
Tepkiler, onun, bir "Yahudi" ile evlenmesinden ziyade; “üsteğmen kocasını bir Yahudi ile aldatması"naydı!..
Herhalde hatırlarsınız...
Şu anda bir televizyon kanalında sunuculuk yapan Pınar Altuğ da öyle yapmıştı ya!.. "Kocası askerde" iken "evine erkek almış" ve onunla yaşamıştı ya!.. Kısacası, "askerdeki kocasını Tony Theodorakis adlı bir yabancı ile "aldatmıştı" ya; toplumun asıl tepkisi bunaydı!..
İşte, o yıllarda "ülkü"nün yaptığı da buydu...
Hem "evli"ydi, hem "2 çocuk annesi"ydi ve hem de bir Yahudi ile "aşna-fişne" yapıyordu!..
üstelik, bunu yapan kadın, "Atatürk'ün manevî kızı" gibi bir sıfat taşıyordu üzerinde!..
"Sembol" bir isimdi!..
Ama işte, "ahlâksızlığın da sembolü"ydü!..
O günkü gazeteler endişe etmekte haklıydı...
öyle ya; "Atatürk'ün manevi kızı" olan bir kadın "Yahudi ile evlenir" ise, onu örnek alan diğer genç kızlar ne yapmazdı ki?!?..
Nitekim, daha sonraki yıllarda Pınar Altuğ gibi, bazı "Atatürkçü kızlar" ortaya çıkmış ve hem "yabancı" ile kırıştırmış, hem de "kocalarını aldatmışlar"dı!..
Uzun lâfın kısası;
"Hiçbir şey göründüğü gibi değil"di!..
Her olayın "farklı bir boyut"u veya bir "önce"si vardı.
Yasaklanan belgeselin "Atatürk'ün özel isteği" ile çekildiğinin ortaya çıkması ve "Atatürk'ün manevî kızı ülkü"nün de ikinci veya üçüncü evliliğini, hem de "iki çocuk annesi" olmasına rağmen ve dahi "kocasını aldatarak" yapması gibi!..
Siz, siz olun;
Görünen her şeye ve söylenen her söze aldanmayın!..
Gel de, bu yargıya güven!
Her zaman derim ya; “Türk Milleti Adına” karar veren mahkemelerin verdikleri kararlar, “Türk milletinin gerçekleri”ni yansıtmalıdır!.. Peki, kararlar “millet gerçekleri”ni yansıtıyor mu?..
Soruya cevap vermeden önce, gazetelere da yansıyan bir haberi aktarayım... Efendim, Yargıtay 2. Dairesi bir karar vermiş ve demiş ki;
“Bir kocanın, karısına başını örtmesi için baskı yapması, sosyal şiddettir ve bu da boşanma sebebidir!”
Yani, bir kocanın, karısına “başını ört” demesi “şiddet”tir, yani “boşanma sebebi”dir!..
Peki, aynı baskı, “başını aç” şeklinde olursa ne olacak?..
Ne yani; “karısının başını zorla açtıran koca” haklı mı olacak?!?
Bana göre; “aç” demesi de, “ört” demesi de baskıdır...
Ama mahkeme, “baş açtıran koca”dan yana tavır koyuyor!..
Yani, onun baskısı “şiddet” olmuyor!..
Hele söyleyin, bu kararın “Türk milletinin gerçekleri”ne uygun yanı var mı?..
“Tarafsız” olması gereken yargı, resmen ve alenen “taraf tutuyor!”
Siz olsanız, böyle bir yargıya güvenebilir misiniz?..
Bu tür kararları gördükçe, benim güvenim kalmıyor!..