Cemal Nar

Cemal Nar

Devlet Başkanı Olmak mı?

Devlet Başkanı Olmak mı?

Kim bunu istiyorsa bence vakit varken bir daha düşünsün. Çünkü eliyle dünyasını ve ahiretini yıkmak da vardır yapmak kadar. Tehlikeden hazer etmek en iyisidir kendine güveni olmayanlar için.

Ne demek mi istiyorum?

Anlatayım. Hz. Ömer devlet başkanlığı yaptığı sürece hep mesuliyet hissiyle titremiş:

"Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa  koyunu
Gelir de adl-i ilahi Ömer'den sorar onu"

diyerek hep korkmuştur. Kendi ifadesiyle hilafetten “sevap değil azap almazsa” kendisi için yeterli saymıştır.

Vefat ederken yerine birini tayin etmesini isteyenlere; "dünyada onun sorumluluğunu yeterince yüklendim, hiç olmazsa ahirette ondan kurtulmak istiyorum" demiştir.

Hele, oğlunu halifeliğe aday göstermesini isteyenlere verdiği cevap, şuurlu bir Müslümanı iliklerine kadar ürpertici ve çok dikkat çekicidir:

"Bir evden bir kurban yeter!.."

Devlete başkan olmanın kurbanlıkla ilişkisi üzerinde saatlerce durulsa yeridir. Ama biz olayın başka bir boyutuna bakalım; Hz. Ömer bu sorumluluk duygusunu nereden ve nasıl kazanmıştı?

İşte burada Sevgili Peygamberimizin (sav) siyasette de örnekliği ve müstesna eğitimciliği devreye girer. ashabı-ı kiram (ra)  ne öğrenmişse, onun getirdiği vahiyden ve onun örnek uygulamasından öğrenmiştir. Bugün de hayatın her alanında bizim muhtaç olduğumuz şey, yine onun öğretisidir.

Biz “İslam’da Devlet ve Siyaset” ile “İlim ve İktidar” isimli kitaplarımızda çok geniş olarak anlattık; sevgili peygamberimiz idareci seçiminde kılı kırk yararak ehliyeti aramış, özellikle hırslı ve istekli olanlara bu işi vermemiş, bu yükü kaldıramayacak olanlara açıkça söyleyerek uyarmış, idarecilikle ilgili sorumlulukları ağır bir şekilde dile getirmiştir.

Hatta bazı ehil kimseler bile, bu mes'uliyetten korkarak verilen görevleri yüklenmek istememiş, bu konuda ancak ısrarlı emir karşısında mecburen görev almışlardır. Bunların bazı örneklerini geçmişteki genel seçimler münasebetiyle burada da yazmıştık. İşte bu sebeptendir ki ashabın bunlara en güzel tepkisi, bir başka deyişle en güzel örnekleri, Hz. Ebu Bekr'in ve Hz. Ömer'in görevi üstlendiklerinde yaptıkları ilk konuşmaları, o ilk hutbelerinde sezilen endişeleri ve korkularıdır. Bunlar o kadar meşhurdur ki burada tekrarlamaya gerek görmüyoruz.

Bugün de devlete bir başkan seçilme sathı mailine girdik. Üç aday var ortada. Ama ne devlet İslam devleti, ne seçilen halife, ne de duyulan mesuliyet ürpertici.

Birisinin kalkıp da şöyle dediğini duyar gibiyim: “Eee, biz Müslümanları niye ilgilendiriyor öyleyse?”

Hemen söyleyeyim, bu ülkede yaşadığımız için, bu ülkede İslam’ın gelişmesi ve Müslümanların kalkınması bizi ilgilendirdiği için, seçilecek zatın bununla doğrudan bununla ilgisi olduğu için…

Devletin başına Hz. Resulün (sas) temsilcisi konumunda birisini seçemesek bile, Necaşî konumunda adaletli birisini, Ebu Cehil konumunda bir zalime tercih ederiz mecbur kalırsak. Bu örnek iyi düşünülürse çok meseleye açıklık getirebilir.

Bu seçim münasebetiyle size başka bir hikmetli beyanı sunmak istiyorum: Kendini yaşadığı toplum ve devlete karşı sorumlu hisseden büyük alim et- Tartüşi, Emir Ali b. Yusuf  b. Tafşin'e bir mektup yazar. İçerisinde idarecilerin sorumlulukları yazılan muhteşem bir mektuptur bu. Okunduğunda insanın tüylerini diken gibi eden sözleri kayda değer. Ebu Abdullah b. El- Ezrak, "Bedaiü's Süluk Fi Tabâai'l Mülûk" adlı eserinde bu mektubu bizlere armağan eder. Okuyalım efendim:

 “Ey Yakub'un babası! Sen öyle bir görevle imtihan ediliyorsun ki, şayet bu görevi gökyüzü yüklenmiş olsaydı, onun ağırlığı altında çökerdi. Şayet yıldızlar yüklenmiş olsaydı, darmadağın olurdu. Şayet bu görevi yeryüzü ve dağlar yüklenmiş olsaydı, altında sallanıp duracaklardı.

Sen öyle bir emaneti yüklendin ki, bu emanet göklere, yere ve dağlara arz edildi ve onlar bunu taşımaktan çekindiler.

Ey Yakub'un Babası! Bil ki senin hakimiyetin altındaki topraklarda bütün saltanat müddetin boyunca ve sen ölünceye kadar herhangi bir kimse zina edecek olursa, sen ondan sorumlusun ve bu kötülüğün cezasını ancak sen veririsin.

Senin hakimiyetin altında bir damla sarhoşluk verici bir içki içilecek olursa, yine ondan sorumlu sensin.

Herhangi bir müslümanın ırzına tecavüz edilecek olursa, mutlaka o müslümanın hakkını arayıp ona tevdi etmek konusunda yine sorumlu sensin.

Yine bu topraklar üzerinde faiz alışverişinde bulunulacak olursa, sorumlu sensin.

Allah'ın koyduğu bütün sınırlardan herhangi biri çiğnenip Allah'ın haramlarına dokunulacak olursa, o konuda seni uyarıyor ve mutlaka bu kötülüğü defedip ona engel olmanı sana tavsiye ediyorum.

Ama senin bilgin dahilinde olmayan hususlarda ise sen sorumlu değilsin. Umarım ki Allah seni bundan beri kılar"( Said Havva, İslam’da Yönetim ve Yönetici, s.13-14)

Allah Teâlâ yeri geldiğinde idarecileri uyaran alimlerden bizi mahrum etmesin.

 Not:
Ekmeleddin İhsanoğlu ile ilgili yazımızın ana fikri şu idi: “yazık oldu Ekmeleddin Beye. Ben kendisini severim. Keşke bu teklifi kabul etmeseydi.” Bunun ötesinde bir suçlama veya hakaretimiz olmadı. Bu da bizim fikrimiz.

Kabul etmeyenlere saygı duyarım. Ama hakaret etmeye asla! Hele eleştiri adı altında “sizin bu yaptiginiz firavun askerligo”, “Sakalından dolayı seni de papaza benzetseler yakışır mı? Sana hoca dersek, hakiki hocalara haksızlık olur mu?”, “şaşıyorum sizin basiretinize!” diyenler, şu aziz mübarek Ramazan ayında bunu nasıl yaparsınız?

“Ben oruçluyum” diyerek size cevap vermiyorum. Şu kadarını söyleyeyim, “sakalı”, “hocalığı” bu işlere karıştırmak çok çirkindir.

Ama, “hakaret içeren yorumlar yayınlanmaz” diyen editörü “ya bunlar nedir?” diyerek kınıyor ve göreve davet ediyorum.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi