“İydiniz said olsun”
Osmanlı ceddimizin bayramlaşmakta kullandığı klişeyi, bayramlık yazımın başlığı yapmak geldi içimden...
“İydiniz said olsun...”
Yani, “Bayramınız mübarek olsun.”
Merak etmeyin: “Ah nerede o eski ramazanlar”dan gına geldiği için, “Ah nerede o eski bayramlar” biçiminde bir yazı yazmayacağım...
Çünkü bendeniz, yaşanan her ramazanın, kutlanan her bayramın kendi şartları içinde anılmasının doğru olduğuna inanıyorum...
Ne var ki, geçmişte yaşanan bayramları da bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü biz aynı geçmişin parçasıyız.
Öncelikle belirtmeliyim ki, sevgili dostlarım, şartlar ne olursa olsun, tüm bayramlar muştudur, umuttur, şenliktir...
Bayramlarımız yitip giderse umutlarımız yeşermez olur. Bu bakımdan bayramı bayram gibi kutlayıp, hüznü hüzün gibi yaşamak lâzım...
Eminim ki, yine birileri çıkıp, “Irak param parça olurken, Gazze’de çocukların başına bombalar yağarken, Suriye’de iç savaş sürerken, Afrika Müslümanları açlıktan kırılırken...” diye başlayan bir karamsarlık içinde, “bu şartlar altında bayram yapmak Müslümana yakışmaz” demeye getirecekler, ama Allah, her bayram bir yerlerde problem olacağını bilerek, kullarına iki bayram ikram etmiştir.
Hiç birimiz Allah’tan daha şefkatli, daha merhametli değiliz.
Öyleyse bayramı bayram gibi yaşamak hakkımız...
Acılar var diye bayramı, bayramdır diye acıları ıskalamak olmaz!
Zaten hayat bir imtihanlar bütünüdür: Acılar gibi bayramlar da bu imtihanın bir parçasıdır.
Kutlu olsun, mübarek olsun, efendim...
Osmanlıcasıyla, “İyd-i fıtriniz (fitre bayramınız) said olsun!”
•
Bayramlar, çocuklarımızın iç dünyasına “Yürek Seferi” düzenlemek için büyük fırsatlardır.
İşlerimizin yoğunluğu sebebiyle normal günlerde yapamadıklarımızı yapabilir, eşimiz ve çocuklarımızla vakit geçirebiliriz...
Onları “fark” edebilir, “idrak” edebilir, sevgi sözcükleriyle gönüllerini okşayabiliriz. Ve eşimizle, çocuklarımızla hayatı paylaşmaya başlayabiliriz.
Biliyorsunuz ki, modern hayat, babaları ailelerden koparıyor. Ekmek aslanın ağzında... Babaların çok çalışması gerekiyor. Bu da sınırlı vaktin büyük bölümünü götürüyor. Eve gelişler ise genelde yorgunluk hissidir: Zaten evdeki hayatın da büyük bölümü televizyon tarafından kemiriliyor.
Bu Ayrılıklar zamanla fikre, zikre, müziğe, diziye yansıyor; farklılaşıyoruz.
Bayramlar yeniden “aile” olmak için büyük fırsatlardır... Çünkü her bayram kalıcı birlikteliklerin temeli olabilir...
Bir hoşgörü mesajına dönüşebilir...
Şefkat ve paylaşım dersi haline gelebilir ve tüm aileyi kucaklayabilir.
“Aile hayatı” dediğimiz hayat, aslında bir paylaşmadır: “Sevgi paylaşması”. Ortada “sevgi” olmazsa aile de kalmaz.
Nice bayramlara...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.