Acımadı Ki Acımadı Ki
Hezimete uğrayan muhâlefetin hâlini en iyi Süleyman Özışık yazmış. Kahpe Bizans filmindeki "Acımadı ki acımadı ki " repliği ile izah etmiş. Vallahi doğru. Arsız arsız "Kaybetmedik ki" diyorlar.
Görkemli kaybeden diye bir tanım varmış. Ekmeleddincesi "Gâliptir bu yolda mağlup". İhsanoğlu hiç kusura bakmasın, bu kaybediş öyle görkemi, felsefesi vesâiresi olan bir kaybediş değil. Kötü bir kaybediş. Kötü, kötü, kötü… Maalesef, tıpkı Mansur Yavaş gibi "yokluğu hissedilmeyenler" kervanına katılacak.
Herkes, kaybetmeye bir kılıf arıyor.
"Onlar oy verseydi görürdünüz gününüzü" yanılgısıyla şezlong tatilcilerini dillerine dolayanlar, yaylacıları unutuyorlar. Karadeniz yaylalarında iğne atsanız yere düşmüyormuş. Bir sürü Karadenizli tanıdığım yaylada. Şezlongcular oy vermek için yukarı çıkmadıysa yaylacılar da inmedi. Yalnız bir fark var. Şezlong ehli "Nasılsa bizimki kazanamayacak." diye keyfini bozmadı. Yaylacılar ise "Nasılsa bizimki kazanacak." diye.
"Başarı tamamen şansa bağlıdır. İnanmıyorsanız başarısızlara sorun." demiş Bernard Shaw. Ama bizim muhâlefet bunu bile demiyor.
Uyanık öğrenci gibi davranıyor. Hani yüksek not alınca kendisi alan ; düşük not alınca hocası veren öğrenci gibi.
Kaybettikçe arsızlaşıyor; kabadayılaşıyor. Vatandaşa "Senin yüzünden kaybettim. Sen oyunu bana vermediğin için." demeye getiriyor. Niye oy alamadığının özeleştirisi yok. Çünkü özeleştiri kapasitesi yok.
Aslında başarının sırrını, kazananlar kadar kaybedenler de bilir. Peki neden başarmazlar? Çünkü başarı, beraberinde, sorumluluk getiririr. Yük getirir. Niye bu sorumluluk altına girsinler, niye yük taşısınlar ki? İktidâra saya söve götürmek daha kolay. Nasılsa öyle de devran dönüyor böyle de….
Bunları, muhâlefetin hâline sevindiğim için yazdığımı sanmayın. Gerçekten çok üzülüyorum. Çünkü muhâlefet kutsal bir şeydir. Birgün Hz. Ömer, cemaate "Ben haktan ayrılırsam ne yaparsınız?" diye sordu. Bir bedevi ayağa kalkarak "Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer." dedi. Hz. Ömer bunun için Allah'a şükretti.
Unutmayalım, barîka-i hakîkat , müsâdeme-i efkârdan doğar.* Aklı başında bir muhâlefet, hem iktidâr için hem ülke için büyük bir şanstır. Ben, karşısında adam gibi muhâlefet partisi olmayan bir iktidâr partisinden korkarım. Adam gibiden kastım, yanlış düzelten, yol gösteren… Bizim muhâlefet partileri ise yapılan her şeye itirâz etmeyi, yıkmayı muhâlefet etmek sanıyor. Proje üretmek, fikretmek, tartışmak yok.
Gezi olayları başladığında etekleri zil çalan bir arkadaşıma "Seçimde, sandıkta iktidârı uyarmak varken böyle muhâlefet olmaz. Eleştirel yaklaşan herkes, varlık kaygısı ile iktidârı destekleyecek. Yazık olacak." dedim. Geçenlerde "Ne demek istediğimi şimdi anladın mı?" diye hatırlattım.
Şahsım adına, umudunu sokağa bağlayan, fikir üretmeyen bir muhâlefetten, elbetteki beni sokaktan, vahşetten koruyan bir iktidâra sığınırım. Hele de bu iktidâr durmaksızın üretiyorsa…Beni özgür kılıyorsa…
Ne yapalım? Muhâlefetten ümidim kalmadı artık. Kendi çapımda, doğrulara, doğru; yanlışlara, yanlış demeye devam edeceğim. Ağzında su damlası taşıyan güvercin misâli...Ateş kıvılcımken sönsün, büyümesin diye…
*Hakîkatin ışığı, fikirlerin çarpışmasından doğar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.