Bu Gidiş Nereye?
Gönül isterdi ki Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan son yaptığı balkon konuşması modundan hiç çıkmasa! Ama olmuyor; ne nefsi, ne tarzı, ne de çevresi buna izin vermiyor!
Balkondan indiği anda; şartlar, mekân, teamül, yetki, makam gözetmeksizin “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!” moduna giriyor!
Bilhassa önüne konulan ve konuşma metnini okuduğu promter aleti dışına çıktığı andan itibaren ise, ağzından çıkanların ertesi gün Türkiye’de nelere mal olacağının hesabı yapılmaya başlanıyor! Bu durum kendi seçmen tabanının sadakatini arttırsa da, bilerek/bilmeyerek ötekileştirdiği seçmen tabanıyla kendi tabanı arasında; önce algıda, sonra gönüllerde cepheleşmelere yol açıyor.
Din’i terminolojiye dair her şey sınırsızca ve sorumsuzca siyasetin faaliyet alanı içerisinde kullanılıyor ama bir Kuran deyimi olan “kavl-i leyyin” yani kendi hatırınızı HAKK’ın hatırının önüne geçirmeden, kırmadan, üzmeden “Yumuşak Söz” ile konuşma emri devre dışı bırakılıyor!
***
Tarih boyunca bu ülkenin maneviyatına ve kutsalına ait müşterek inanç alanları güç sahipleri (veya sahip olmak isteyenler) tarafından iktidar aracı olarak hep istismar edilmiştir. Ne politikacılar inanç alanlarını oy’a ve meşruiyete devşirebilen mümbit mekân olarak görmekten vazgeçmiş, ne de inançları istismar edilen kesim, şu parti bu parti demeden “dini siyasete alet etme” deliğinden defalarca sokulmaktan kendini alamamıştır!
Bu seçim öncesi Üsküdar’da bir seçim afişine rastladım; Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan’ın resmi ve üzerinde “Ne yapsalar Boş! Göklerden Gelen Bir Karar Vardır!” mesajı… Bu kadarı da olmaz dedim! Bu aymazlığı ve cüreti istisna yahut o afişi hazırlayıp asanın halt yemesi olarak niteleyen hafifletici sebepleri ve itirazları kabul etmiyorum. Yaygın bir düşüncenin ve niyetin ve bu çerçevede üretilen propaganda yönteminin bir ürünü olarak görüyorum. Maalesef bilhassa son yıllarda, AKP stratejilerinde “din”, gerek medya hâkimiyeti avantajları, gerekse algı mühendisliğinde edinilen tecrübelerle birlikte, ustaca, her türlü manipülasyon ve istismara uyum sağlayan bir fon haline getirildi!
Din faktörü öyle bir şekilde siyasetin malzemesi haline getirildi ki; bırakın toplum içindeki ayrışmaları ve kutuplaşmaları, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyin ortak hatırları ve müşterekleri olan arkadaş gurupları hatta ve hatta aynı aile içerisinde dahi Ak Parti yandaşlığı veya karşıtlığına meze oluyor!
* *
Gazeteci Levent Gültekin’in tespiti oldukça isabetli: “Erdoğan nasıl kendi kaderini Türkiye’nin kaderi yapmaya çalışıyorsa, medyadaki bilhassa yandaş tabir edilen medyadaki yazarlar çizerlerde kendi kaderini Tayyip Erdoğan’a bağlıyorlar!”
Kendi elleriyle yarattıkları “Erdoğan Kültü” sayesinde hayallerini bile kuramayacakları nimete kavuşurken, külfetlerin ve başarısızlıkların sorumluluğunu ise ürettikleri hayali düşmanlara ve odaklara yıkıp, boyna besledikleri “Erdoğan” karizmasından afiyetle yiyorlar! Bu kesim Tayyip Erdoğan ve politikalarıyla alakalı tenkite edilmesi hatta uyarılması gereken noktalarda ne seslerini yükseltebiliyorlar ne de kalemlerini oynatabiliyorlar! Dikkat edin; yolsuzluklar, kirli sermaye ve iktidar partisi arasındaki kirli network, kamuyla etkileşimli şaibeli akçeli işler, gerginlik politikaları, devlet aygıtı içerisinde kurumlar arası hatta ve hatta kuvvetler arası tehlikeli çatışmalar gibi konularında; ya görmemezlikten geliyorlar, ya inkâr metodunu kullanıyorlar, ya da “tüm dünya AKP’ye düşman” teorileri üretip kabahati onların üzerine yıkıyorlar! Ama kesinlikle iyilikleri ve adaleti hatırlatıp, kötülükten men edecek şekilde itiraz ve eleştiri gibi erdemli olan hiçbir işe bulaşmıyorlar! Hafta sonu oynanan futbol maçının kazananının taraftarının pazartesi yaptığı tün davranış ve düşünce biçimlerini sergilemekten başka bir iş yapmıyorlar!
Yaptıkları en iyi işi yapıyorlar; muhalefete muhalefet ediyorlar!
* * *
Geçenlerde AKP yönetici bir dostuma “3 dönem kuralına takılan AK Partili vekillerin durumu ne olacak? İçlerinde azımsanmayacak bir gurup neredeyse bırak siyaseti, her dönemin adamı olarak kazanacak ata oynamış neticede vekilliği meslek edinmiş kişiler…” diye sorduğumda ilginç bir cevap verdi: “Çok az bir kısmı siyaseti bırakır. Çoğunluğu Atatürk Orman Çiftliğinde yapılan 1000 odalı yeni Başkanlık Sarayı’nda bir makam ve oda alır. Bakan yardımcılıkları sayısı arttırılır, total vaziyeti olan kişiler ise Bakan yardımcısı olur. Hatta bunların Bakan yardımcılarına dair kırmızı plakalı araç tahsisi ile alakalı talepleri var! Bu talebe ‘Beyefendi’de sıcak bakıyor! ”
Aklıma Çetin Altan’ın müthiş bir sözü geldi: “Bir ülkenin mevki sahibi insanların sayısı arttıkça ve meslek/uzmanlık sahibi insanlar azaldıkça o ülke geriler, fakirleşir ve batar...”
Hülasa,
İnsanları tepkisizleştirmek, düşünmekten alıkoymak, sorgulamaktan vazgeçirmek için çirkin bir düzen kurulmuş durumda ve buna alet olan (bilinçli ya da bilinçsiz) o kadar çok bileşen var ki insan dayanamıyor artık!
Siyasal görüş farklılıklarından kaynaklanan rekabet ve tartışmaların, belli kurallar ve sınırlı araçlarla karara bağlandığı bir düzeni bir türlü kuramıyoruz... "Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz" diyen ve Müslümanlara birbirlerine kardeş olmaktan başka seçenek sunmayan bir dine mensup olmanın avantajlarını siyasal kültürümüze yansıtamadık. Bundan ötürü uzlaşma kültüründen yoksun, ayrıştıkça ve cepheleştikçe mutlu olmamız gerektiği empoze edilen bir toplum haline getirildik! Gelinen aşamada ne acıdır ki, bu ülkenin insanları kendi tarafını oluşturup kapılarını başka taraflara kapatınca kendisini güvende hissetmeye başladı!
Siyasi kutuplaşma ise iyi ile kötünün veya doğru ile yanlışın değil basitçe günlük kavgaların ve hak taleplerinin belli çatılar altında toplanmasının ürünü haline geldi. En kötüsü ise olumlu ve güzel işlerin kırıntısını kimseyle paylaşmayan ama olumsuz ve kötü gider her şeyin sorumluluğunu ve vebalini anında ürettiği mihrak ve düşmanlara yıkma konusunda mahir olan AKP iktidarı; tıpkı “Gezi” benzeri muhtemel ve müstakbel çatışma ortamına evrilme potansiyeline sahip mevcut kontrollü ve kontrolsüz gerginliklerin sorumluluğunu üstlenmiyor!
Tıpkı sıhhatini kaybedene kadar, Allah vergisi vücudunu ve varlığını sömürerek yaşayan ve sonunda bir bedel ödemeyeceğini düşünen insan gibi; iktidarlarda elinde tuttuğu “güç-otorite-servet” nimetlerinden ötürü, kendisine Allah tarafından bunların bedelinin ödetileceği bir sürecin işletileceğinden gafildirler!
Allah sonumuzu hayr eylesin…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.