O Soruya Muhatap Olmak…
Bilindiği gibi Hz. Peygamber tebliğini yapmış, görevini eksiksiz yerine getirmiştir. Buna dair insanlardan şehadet dahi almış ve bunu “şahit ol ya Rab” diyerek perçinlemiştir. Keşke biz ümmeti de bu konuda üstümüze düşeni yaparak dağı taşı buna şahit kılıp ahirete bu gönül rahatlığı ile gidebilsek…
Eğer bu davet iyi yapılamazsa, inkâr ve kötülüklerde direnenler sonunda Allah'ın huzuruna varacak ve kafirliklerine bahane olarak bu ihmali ileri sürerek Müslümanlarla tartışmaya ve onları Allah Teâlâ’ya şikayete kalkışacaklardır.
Gerçi inkâr ettikleri gerçeği Allah kendilerine Kur’an ile apaçık olarak bildirmişti, bunu o zaman yüzlerine vurarak kendilerine bildirecektir. Ama bu arada bize de acı acı bakarak “siz niye tebliğ vazifenizi yapmadınız da bu ithama muhatap oldunuz?” diye sorarsa, halimiz nice olacaktır?
Yeryüzü serüveninde nesilleri birbiri peşine getirerek insan soyunu kıyamete kadar devam ettiren Allah, onları öldükten sonra elbette yeniden diriltecek ve âhiret hayatında hesaba çekecektir. Buna elbette kadirdir. Zaten buna iman, dinin ilk emirlerindendir.
Bunun hikmeti malumdur, izaha ne gerek. Fakat bu kadar insanın muhasebesi nasıl olacak?” diye sormak, ne yazık ki o Yüce Yaratıcı ve Üstün Kudreti tanımamaktır. Allah'ın cezalandırmasının çok çabuktur. Zaten ona “zor” diye bir şey yoktur. Zira o cümle eksiklik, kusur ve acizlikten uzaktır, münezzehtir.
Son sözümüz de şu olsun; O'nun engin rahmet sahibi ve büyük bağışlayıcı olduğu müjdesi müminler sevindirmelidir ama bu sevinme kişiyi laubaliliğe, lakaytlığa sevk etmemeli, emir ve yasaklara uymada gevşek davranmaya, ihmalkar olmaya götürmemelidir. Yoksa bu suiistimal ve istismar insanın canını çok fena yakabilir.
İslam denge dinidir. Bu yüzden adalet çok yüceltilmiş ve takvaya en yakın kılınmış bir haslettir. Adil insanlar, Allah Teâlâ’nın öncelikli sevdikleri mü’minlerdir.
Evet, adalet elzemdir, kişinin kendisine bile!