Hamdolsun ‘Çözülme Süreci’ Çok İyi Gidiyor!
Her gün yeni bir skandalı yaşamak zorunda kalıyoruz. Bir yanda, “ Yeter artık! Çözün şu diplomatik naçarlıkla sümen altı edilmeye devam edilen IŞİD’in elindeki 49 rehine sorununu” isyanları… Diğer yanda, AKP iktidarının ve Çözüm Süreci'ni yöneten askeri ve sivil bürokratların "çözüm sürecine zarar gelmesin" diyerek görmezden geldiği, Türkiye’mizin bir bölgesindeki devlet otoritesi boşluğunun kimler tarafından nasıl doldurulduğunun cevabı ve alameti sayılan PKK’nın Diyarbakır’da diktiği terörist heykeli rezilliği…
IŞİD ve 49 rehine acziyeti milli bir sansürle gündemde layık olduğu alakayı göremese de, yaşanan bu terörist heykeli rezilliği; ne Sırrı Süreyya Önder'in: "la bu heykel size ne etti..." pişkinliğiyle, ne Efkan Ala'nın "fiberglas maddeden yapılmış basit bir heykel" demagojileriyle, ne de "zaten biz yıkmasak yarın bir gün IŞİD yıkacak..." geyikleriyle hafife alınıp sulandırılacak bir olay hiç değildir. "Derin PKK" veya "paralel PKK" komplolarıyla işi mecrasından saptırıp, süreci yönetenleri ve süreci sütten çıkmış ak kaşık haline getirme çabaları ise nafiledir!
Bu terörist heykeli rezilliği “Çözüm Süreci” ve süreci yönetenlerle alakalı ciddi ihmal, kasıt ve hukuksuzluğun bir tezahürüdür. Hukuku çiğneyenlere (heykel dikmek gibi) zamanında ve anında müdahale etmesi gereken kolluk güçlerinin, sürecin maslahatı için ne denli sınırlandırıldığının ve korumak zorunda oldukları hukuku ve egemenlik haklarını çiğneyenlere göz yumulup meydanın onlara bırakıldığının ibretlik bir alametidir.
Bakmayın siz; 2002’de “eşbaşkanlık” unvanı ve sorumluluğuyla taahhüt altına girenlerin, şu anda yeniden şekillenen Ortadadoğu haritasıyla direkt ilişkili olarak yürüttükleri “terörü bitiriyoruz” kisveli ama gelinen aşamada özerklik taleplerinin anayasal teminata kavuşturulması sürecine gelip dayanan Çözüm Süreci’nin siyasi ve teknik mimarlarının ısrarla “Hamdolsun Çözüm Süreci çok iyi gidiyor” şeklinde gerçek hayatta karşılığı olmayan beyanlarına… Aksine “Çözüm Süreci” zayıflıyor ve kendini hızla tüketiyor! Sahici Siyaset’den uzak bir şekilde yürütülen ve ellere yüzlere bulaştırılan Çözüm Süreci’nin geldiği son aşama şöyle:
1- ) Çözüm Süreci başlatıldığından bu yana sürdürülen “şiddetsizlik” ve “ateşkes”, terörist heykeli rezilliği sonrasında yaşanan olaylar sırasında değil, Mart ayından beri bozulmuştur! PKK; ani saldırı ya da doğrudan çatışma şeklinde hacimli ölüme yol açan sansasyonel eylemlerle değil, kontrollü, cayılabilir ve siyaseten izah edilip vazgeçirilebilir bir mimaride ölüm ve şehit barındıran şiddetine geri dönmüş ateşkesi fiilen sonlandırmıştır.
2-) PKK'nın yıllar yılı en temel hedeflerinden biri olmuş olan Türkiye toprakları üzerinde bağımsız bir Kürt devleti kurma amacı, Çözüm Süreci ile birlikte, PKK'nın politik hedeflerini benimseyen ya da benimsemeyen tabandaki milyonlarca Kürt ve her türlü dış müdahaleye açık ideolojik grup ve organizasyonlar tarafından da tercih edilmeye başlanmıştır.
3-) Silahını bırakma şartına uymadığı halde PKK ile müzakerelerini yürütmeye devam eden Çözüm Süreci’ni yönetenler fiili olarak PKK’yı legalleştirmenin yanında, bölge halkını PKK’nın baskı ve insafına bütünüyle açık hale getirmiştir. Devlet PKK terör örgütü ile sivil Kürt vatandaşlarının ayrımını yapabilecek yeteneklerini iyice yitirmiş duruma gelmiştir. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde şehir ve varoşlarda bürokratik ve sosyal kontrol yitirilmiş, PKK’yı tasvip etmeyen ve sırtını devlete dayan Kürt kardeşlerimizin devlete olan güvenleri ise dibe vurmuştur!
4-) Müzakere sürecinde sadece masada değil, sahada da fiziki hâkimiyet kaybedilmiştir. Kara Kuvvetleri, Jandarma kademeli olarak geri çekilmiş; bölgede güvenlik, sürecin önceki aşamalarında silahlı veya silahsız bölgeden çıkması gerektiği halde çıkmayan terör örgütünün insafına bırakılmıştır. Devlet ise otoritesini yavaş yavaş BDP’li belediyelere terk etmeye başlamıştır.
5-) Bölgede müdahalesiz ortamda sürekli geniş taban bulan terör örgütü, örgütüne tarihinin en yüksek katılımını Çözüm Süreci döneminde sağlamıştır. PKK’ya katılımlar sanıldığı gibi dağdaki kamplara değil, il ve ilçelerdeki konuşlanmış merkezlere kaydırılmıştır!
6-) “Şehit cenazesi gelmiyor daha ne istiyorsunuz?”argümanından başka sığınacak liman bulamayan Müzakere Sürecini yönetenler, ayrılıkçı terör örgütü ve liderlerinin medyada sınırsızca propaganda ve algı mühendisliği çalışmalarına göz yummuşlardır! Bohça gibi yakalanıp bu ülkeye getirildikten sonra ‘zavallılaşan’ bir algıyla hatırlanan Abdullah Öcalan, maalesef Çözüm Sürecinde maşalıktan maşayı tutan el haline getirilmiştir!
7-) Her seçim öncesi olduğu gibi yeni gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde dahi BDP/HDP ve PKK, “ya bize vaat ettiklerinizi ve taleplerimizi verirsin ya da Kürt halkı olarak ayaklanırız” tehdit ve şantajlarını arttırmışlardır. Maalesef Çözüm Sürecini yönetenler ise “daima bu tehditleri muhatap alıyor ve gerekeni yapıyor” izlenimini başta bölge halkı olmak üzere Tüm Türkiye’ye vermişler ve vermeye devam etmektedirler!
Hülasa,
Türkiye’nin egemenlik haklarına ve hukuk devleti ilkesine onarımı zor ağır hasarlar vermeye başlayan, “Türkiye’nin boğazını sıkarsan elinden her şeyini alırsın” algısını dâhili ve harici düşmanlarda uyandıran “Çözüm Süreci” ve benzeri açılım projeleri, "Devlet" ile alakalı ciddi bir problem alanları ortaya çıkardı. Devlet nedir? Ne değildir? Devlet ne yaparsa devlettir? Neleri yapmazsa Devlet olmaktan çıkar? Soruları; "ülke ne olacak?"dan önce, "ben ne olacağım?"ın derdine düşen hâb-ı gaflet içindeki ülke yöneticilerine en üst perdeden sorulmaya başlandı bile!
Haliyle “Devlet” anlayışı ve işleyişi dahi problem alanı haline gelmiş bir ülke şartlarında, iyi niyetli ve iddialı hatta isabetli dahi olsa yürütülmeye çalışılan proje ve stratejilerde güdük ve karşılıksız kalıyor. Mevcut bedene göre değil de, hayallerdeki ideal bedene göre tasarlanmış, üstümüze bol ve büyük gelen elbise misali stratejilerle ve politikalarla bölge ve dünya lideri ülke olunmuyor! Tıpkı; ‘stratejik derinlik’, ‘komşularla sıfır sorun’, ‘model ülke’, ‘proaktif diplomasi’, ‘önleyici diplomasi’, ‘ritmik diplomasi’, ‘çok boyutlu diplomasi’, ‘vizyoner diplomasi’, ‘kazan-kazan stratejisi’ vb. afili ve hayret uyandıran içeriğe sahip lakin hayata geçirmeye başladığınızda “kaşıkla aldıklarımızı kepçeyle geri ödeyerek” bedeli ödetilen ve reel hayatta karşılığı olmayan projeler ve politikalar gibi..!
Zaten; sözde değil özde büyük ve güçlü bir devlet olduğumuz bilinciyle yola çıkılsaydı, dayatılan “bağımlılık koşullarını” bedelini ödemeyi göze alıp ellerinin tersiyle itecek çap ve ebatta kudret ve cesaret sahibi olunsaydı, gözlemci bir yabancı ülkenin denetiminde Oslo’da başlayan sürecin ürünü “Çözüm Sürecini” startı verilmez, Ortadoğu’da yeniden çizilen haritalara uygun bir kalıba Türkiye’yi sokan gerçek “oyun kurucuların” dümen suyuna da girilmezdi!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.