Rabbimiz soracak sorgulayacaktır!
Hiç kimse dünya hayatında da, ahiret hayatına taalluk eden meselelerde de kafasına göre Allah adına hüküm verme yetkisine sahip değildir. Yüce Allah, hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini karıştıranları ve bu karıştırma ile hep olumsuz hükümde bulunup yanlış değerlendirme yapanları sorgulamaktadır.
Dünyanın keşmekeşliğinden uzaklaşıp uhrevi bir havayı teneffüs etmeye olan ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Bu ihtiyacı teknolojinin ışıltılı, pırıltılı hiçbir âleti karşılamıyor. Aksine susayan birisine deniz suyu vermek gibi hararetini artırıyor. Bilhassa şehir hayatı, hemen herkesi kendi iç düzenine/düzensizliğine hapsetmiş. Birbirinden kopuk, habersiz, irtibatsız ‘sürü hayatı’ yaşıyoruz sanki. Belki de geliştirilmiş robotlar dünyası…
Ne zaman Allah Kelamı Kur’an-ı Kerim’e dönsek, Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifleriyle hemhal olsak rahatlıyor, kendimize, özümüze dönüyor, içinde bulunduğumuz şartların uyuşmuşluğundan kurtuluyoruz. ‘Varlık imtihanı’ yaşayanların sabırdan, şükürden, kanaatten uzak yaşayışlarının getirdiği/getireceği sıkıntıları görüp, dağınıklıktan kurtulup toparlanıp ‘nefs muhasebesi’ yapar hale geliyoruz. Sade hayatın güzelliklerini hissedip, hırslı ve ihtiraslı insanların düştüğü halleri görünce de ibret alıyor, her zaman ve mekana hitabeden âyetlere sarılıyorsunuz.
Kalem Sûresi’nin meal ve tefsirini okurken 34 ila 41. âyetler üzerinde düşünürken, âyetlerin sanki bugün nazil olmuş gibi tazeliğini koruduğunu, olayların peşinden koşan insanlığa ‘Dur!’ dediğini, önce ‘Kitabın Kur’an’a müracaat et!’ daveti yaptığını daha iyi anlıyorsunuz. Yakında yaşadığımız hadiseleri âyetlerin ışığında değerlendiriyorsunuz. Beraber düşünelim:
“Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz? Yoksa içinde beğendiğiniz her şeyin bulunduğu bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz? Yoksa, vereceğiniz her hükmün sizin lehinize (veya doğru) olacağına dair tarafımızdan verilmiş ‘Kıyamet Günü’ne kadar geçerli kesin sözler mi var?” (68 Kalem 36-39)
‘Kararların veya verdikleri hükümlerin kendilerinin lehinde ve doğru olacağı kabulü’ 39. Âyet ile bir defa daha reddedilmektedir. Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayetin mesajını (günümüz insanı için) ‘Aklınıza fikrinize ne oldu? Neyinize hangi delilinize, hangi kuvvetinize güveniyorsunuz?’ denerek bu şekilde hüküm vermenin son derece yanlış olduğunu ve sahiplerini mahcup edeceğini ortaya koymaktadır. Hiç kimse dünya hayatında da, ahiret hayatına taalluk eden meselelerde de kafasına göre Allah adına hüküm verme yetkisine sahip değildir. Yüce Allah, hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini karıştıranları ve bu karıştırma ile hep olumsuz hükümde bulunup yanlış değerlendirme yapanları sorgulamaktadır.
Bir eğitim ilkesi olarak şöyle bir sonuçtan da bahsedilebilir:
Yanlış yolda olan insanları kendi hallerine terk etmemeli ve gidişlerinin yanlış olduğunu onlara hatırlatmalı, zaman zaman üslup farklılığı lüzumlu olsa da kendilerine sorular sorulmalı, böylece kendilerine gelmeleri için fırsat verilmeli/tanınmalıdır.
Allah Teala, bir değerlendirme yapılırken kitabî bilgiye dayanmanın önemine işaret etmektedir. Doğru ve güvenilir bir kitaptan konuşmak ve Kitab’a uymak diye bir mecburiyet vardır. ‘Kitab’a uymayıp kitabına uyduranlar’ bu vesile ile kınanmaktadır. İnsanın her görüşünün ve her tercihinin doğru olmayacağına dikkat çekilen bu âyetlerde, kendi fikrini ve kararını dayatanların yaklaşımı şiddetle reddedilmekte, kendi görüş ve arzularını yeterli ve doğru görenler muhakeme edilmektedir. Unutulmamalıdır ki, “Allah adına konuşanlar, Allah’ın Kitabı’ndan yahut Allah Rasûlü’nün dilinden konuşmalıdır. Çünkü en güzel söz, en güzelin sözüdür. O da Allah’ın Kelamı olan Kur’an-ı Kerim’dir. Sonra Allah Rasûlü’nün dili olan hadis-i şeriflerdir.
Din, insanlara Allah ile yaşamayı öğreten ilahî ve evrensel bir müessesedir. Allah’ı hesaba katmayan bir hayat olamaz. Şu halde vaktinde ve irade eldeyken bu gerçeği fark etmeli, Rabbimizin engin merhametinden mahrum kalacak yollara girmemeli, (tevessül etmemeli) sonuçta derin mahcubiyet ve mahrumiyetler yaşamak zorunda kalınmamalıdır.
Herkesin yaptığı her amele kendisinden fetva aldığı bir toplum iflah olabilir mi? Öldürenin ne için öldürdüğü, ölenin ne için öldüğünü bilmediği bir İslâm toplumu huzur bulabilir mi? Herkesin kendine göre yaşadığı bir din anlayışı ne kadar Şeriat’a (Dine) mutabık ve muvafık olabilir? Önce Müslümanların kendileri, iz’an ve insafa gelmelidir. Şefkat, merhamet, hassasiyet ve insanlık değerlerini getiren bir din bunlardan uzak bir usul ve üslupla tebliğ ve irşad yapıp gönülleri fethedebilir mi? Fütuhul gulûbun fütuhul buldan’dan (kalplerin /gönüllerin fethinin, beldelerin fethinden) önce geldiğini ne zaman idrak edeceğiz?
Allah’ın Kitabını dikkate almadan, din adına konuşup arzularına göre fetva verenlere ‘hangi kitaptan fetva verdikleri’ de bu vesile ile sorulmaktadır. Böylece din adına hüküm verenlerin, mutlaka İlahî kitaba dayanmalarının mecburiyeti ortaya konulmaktadır.
Biz sormasak veya sordurulmasak da Rabbimiz soracak ve sorgulayacaktır!
Dünya sevgisine karşı bizleri ikaz eden bir Peygamber Efendimiz’in Hayatından
‘İbn Mesud (ra), kâinatın, yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Hz. Peygamber’in bir yol üzerinde dinlendikleri sırada şöyle buyurduğunu rivayet eder: ‘ Dünyayı ben neyleyim? Benim dünya ile ilgim, bir ağacın altında oturup dinlendikten sonra, kalkıp orayı terk eden garip bir yolcunun hâli gibidir.’ (Tirmizi)
Hz. Peygamber bunu izah ederken parmağını gösterdi, ‘Dünya, ahirete nazaran bir parmağı denize sokmak gibidir. Biriniz o parmağın denizden ne kadar ıslanıp çıkabileceğine bir baksın’ buyurdu. (Tirmizi-Müslim)
Ashabtan, Cabir bin Abdullah bu gerçeğin bir başka sahnesini şöyle rivayet eder: ‘Resulûllah (asv) ile beraber yayla köylerinden birinden şehre dönüyorduk. Şehirde kurulu pazarın gürültülerini duymaya başlamıştık ki; Allah Resulü durdu; küçük kulaklı ölmüş bir oğlağı göstererek, ‘Hanginiz bunu bir dirheme alır?’ diye sordu.
Gruptan biri, ‘Bir oğlak leşi ne işe yarar ki? Hem diri olsa dahi kulakları kusurludur, bir kıymeti olmaz’ dedi.
Bunun üzerine Allah Resulü, ‘Vallahi, Allah katında dünyanın, bu oğlağın sizin nezdinizdeki değeri kadar bile kıymeti yoktur’ buyurdu. (Müslim-EbuDavut)
Kur’an’dan dua örnekleri
• Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma, bize rahmetinden ver. Şüphesiz Sen çok bağışlayansın. (Âl-i ‹mrân, 3/8)
• Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle. Neslimizden de sana teslim olmuş bir ümmet lütfeyle. Bize Hac’la ilgili vazifelerimizi göster, tövbelerimizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olan ancak Sensin. (Bakara, 2/128)
• Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, mutlaka hüsrana uğrayacağız. (A’raf, 7/23)
• Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen en iyi merhamet edensin. (Mü’minun, 23/109)
• Rabbimiz! Yalnızca Sana tevekkül ettik, yalnızca Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır. (Mümtehine, 60/4)
• Rabbim! Gönlümü aç, işimi kolay kıl. (Tahâ, 20/25)
• Rabbim! Muhakkak ki ben kendime zulmettim, beni bağışla. (Kasas, 28/16)
Vahyin Dilinden
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidir. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
• 9 Tevbe, 71. Âyet
Allah Rasûlü’nden
Rasûlullah (s.a.v) buyurdular:
“İyilik yapanlar için, hatta kendi ailesine ve tâbîilerine iyilik yapanlar için bile cennette konaklar vardır.”
• Taberî Günün Sözü
“Her asırda birkaç kişi düşünür, diğerleri de onların düşündüklerini düşünür.”
• Cemil MERİÇ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.