Sahabeye Bakış; Hz. Ebubekir (r.a) olabilmek için neler yapabiliriz
Ebu Bekir radıyallahu anh, yaratıldığı zamanın imtihanını kazandı ve Ebu Bekir oldu. Bugün yaratılan da bugünün imtihanını kazanacak ve Ebu Bekir’in kazandığını kazanacak. Şeytan ilk insandan beri vardır. İlk insandan beri insanları Allah’tan uzak tutmaya çalışmaktadır. İnsanlar da Allah’tan uzak kalanlar ve yakın olanlar diye iki sınıftırlar. Ebu Bekir, yakınlığın adıdır. Allah ondan razı olsun. En yakın, en iyi olmayı becermiştir. O bir numaradır. İyiliğinin şahidi bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir. Ebu Bekir’in sahabiliği ve o yolla kazanma yolu kapalıdır. Kimse sahabi olamayacaktır şüphesiz. Ebu Bekir’deki heyecan ve sevda ise bakidir. Allah Teâlâ bütün mü’minlere o mantığa sahip olup büyük bir yarış içinde olmalarını emretmiştir. Ebu Bekir radıyallahu anh Medine’de kazandı. Ondan sonrakiler için ise bütün şehirler, Ebu Bekir olmak isteyenler için Medine durumuna gelmiştir.
Yer ve zaman farkı kalkmış, yarış ise kıyamete kadar uzatılmıştır. Şeytan ise, Ebu Bekir ile aramızdaki mesafeleri birleşme hatta yaklaşma bile sağlanamaz olarak gösterip bizi yarışın dışına itmeye çalışmaktadır. Bu bir tuzaktır. Kesinlikle sahabilik yoktur artık. Ebu Bekir’in imanı, ihlası, cihadı, heyecan ve aşkı ise vardır. Taklit etmeye çalışarak, severek, imrenerek, dua ederek, iz sürerek yaklaşmak hatta yakalamak mümkündür.
FİTNEYE KARŞI DİK DURABİLEN BİR MÜ’MİN
Elbette kimse sahabi olamaz. Mağarada Peygamber aleyhisselama arkadaş olamaz ama Peygamber aleyhisselamın davasının bu zamandaki adamı olabilir. Yarın Rabbinin huzuruna dikildiğinde de Ebu Cehil’e karşı dik duran Ebu Bekir’in kazandığı kimliği, Ebu Cehil’in devam eden ‘Allah’tan koparma fitnesine’ karşı dik durabilen bir mü’min olarak ecir kazanır. Bugünün Ebu Bekir’i olur. Bugünün fitneleri ne ise, Ebu Bekirlik yolu da odur.
Bugünün mü’mini, zaten herkes gibi iman etmiş ve imanı ile alakalı bilgi sahibi olmuştur. Ebu Bekir olmayı bir dava olarak anlayabilmesi için ise şu hususlara dikkat etmelidir:
1- Allah’a iman ya da İslam bir bütün olarak ele alınmalıdır. Bir köşesinden tutulmuş İslam değil, bütünü ile benimsenmiş bir İslam, din olarak benimsenmelidir. Siyaseti ile zikri ayrılmış bir İslam değil, Allah’tan ve Resûlü’nden ne geldi ise onu, geldiği gibi kabul eden ve tartışmayan bir iman ve amel sahibi olmalıdır.
2- Peygamber aleyhisselam sevgisi bu fani dünyanın ve yaşanan hayatın hiçbir değeri ile karşılaştırılamaz bir anlayışla sevilmelidir. Sevginin bedeli her ne ise ona razı olmaya da baştan razı olunmalıdır.
3- Fedakârlık için gereken ne ise o feda edilmelidir. Can, mal, evlat veya her ne ise verilmesi, feda edilmesi gereken o feda edilebilmelidir. Ebu Bekir olacak olanın ağzında hiçbir zaman ‘ama’ sözü olmamalıdır.
4- Küfrün bitmez tükenmez menfi propagandalarını duymayan bir kulak sahibi olmalıdır. Allah’tan ve Peygamber aleyhisselamdan gelen sesin dışında bir ses kulağa girecek boşluk bulamamalıdır. Fitneler kıyamete kadar bitmeyecek. Her zaman, o zamanı kuşatan bir dış ve iç fitne muhakkak bulunacaktır. Ebu Bekir olmak isteyen, dış ve iç fitnelere karşı kendisini korumasını bilmelidir.
5- İman, ibadet ve sosyallik alanlarında dengeli olacaktır. Rabbim, hepimize bu büyük heyecanı müyesser kılsın. Heyecanımızın icaplarını yapmaya da muvaffak etsin.
Yarın Rabbinin huzuruna dikildiğinde de Ebu Cehil’e karşı dik duran Ebu Bekir’in kazandığı kimliği, Ebu Cehil’in devam eden ‘Allah’tan koparma fitnesine’ karşı dik durabilen bir mü’min olarak ecir kazanır. Bugünün Ebu Bekir’i olur Sezai Karakoç ve onun ‘medeniyet’ vurgusu
Sezai Karakoç şiiri, fısıltıların nutuklardan, davullardan daha uzun mesafeli koşabileceğini gösterir. Diğer yandan bir “Ötesini Söylemeyeceğim” şiiri, yüzlerce sayfalık kolonyalizm, sömürgecilik analizinin anlatamayacağını anlatmış, ötesine geçmiştir.
Sezai Karakoç ve onun “medeniyet” vurgusu, hayatıma sonradan dahil oldu. Derken sıra, bir ülkeyi inşa etmek için yol, su, elektrik sistemi kurmanın yeterli olmadığını, kültür ve medeniyet değerlerinin üzerinde yükselmeyen yapıların insansız kalacağını, insansızlığın imansızlık olduğunu, iman etmenin aynı zamanda miras bırakmak olduğunu, eşyanın ona olan bakışımıza bile şahitlik edeceğini, bakışımızın fabrikadan komşuluğa, mimariden aşka, kubbeden tohuma, kanayan bir çocuk dizinden gelin başına, kedilerden ve güvercinlerden sorumlu olmaya dair her şeye ve her köşeye sineceğini, o yüzden en güzelini bakmamız gerektiğini, en güzelinden dokunmamız lüzum ettiğini, var olmanın kul olmanın getirdiği borçluluk duygusunu, bu duyguyu taşıyan müminlere hayatı dar edeceklerini, çok kıskanacaklarını, iştahlarını bize aşılayacaklarını ve o iştahla uzlaşmanın değersizliğini, maalesef yitirdiğimizi, azaldığımızı, açıkta bırakılmış bir süt gibi çabuk bozulduğumuzu, Allah’ın planı olmasa bir hiç olduğumuzu, Allah’ın planını ise olaylara, nesnelere ve insanlara Allah’ın baktığı gibi bakmayı bilirsek çağırabileceğimizi, çağırmak için O’nun müziğini bilmek gerektiğini, doğru notalara basmanın önemini algılamaya geldi.
Sezai Karakoç şiiri, fısıltıların nutuklardan, davullardan daha uzun mesafeli koşabileceğini gösterir. Diğer yandan bir “Ötesini Söylemeyeceğim” şiiri, yüzlerce sayfalık kolonyalizm, sömürgecilik analizinin anlatamayacağını anlatmış, ötesine geçmiştir.
Mülk yalnızca O’nundur ve dünya fanidir lakin, mülk üzerindeki egemenliğin müstekbirler karşısında korunması gereken bir onur olduğunu, o onur olduğu sürece umudun da olduğunu o şiir bildirmiştir bana. Mühürlemiştir. Irkçı olmadan milli, kurşun atmadan fatih, hiç dokunmadan âşık, İslamcı olmadan Müslim olunur mu? Olunur.
Başbakanlığı boyunca hep Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerini okudu Recep Tayyip Erdoğan. Kısakürek şiiri meydanlar içindir, gümbür gümbür, marş gibi, ateşleyici, uyarıcı, kendine getirici.
Sezai Karakoç şiiri ise; haritalar çizer, rotalar tayin eder, aklın kalp gibi atmasını sağlar, kalbin akıl gibi davranmasını. Cumhurbaşkanlığı’na giderken Sezai Karakoç’tan seçim yapılması, manidar olmuş, güzel olmuş. Ötesini söylemeyeceğim.
(Nihal Bengisu KARACA)
Peygamberimizin Hayatından Dünya sevgisine karşı bizleri ikaz eden bir Peygamber
Peygamberimizin, ‘Ne mutlu bu dinin gariplerine’ buyurduğu o garipler kervanından birini bu söz korkuttu. Allah’ın ihsanından korkmak niyedir, anlayamadı. ‘Ey Allah’ın Resulü’ dedi. ‘Yani elde edeceğimiz hayır, şer mi getirecek?’ Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, ‘Şüphesiz hayır ancak beraberinde hayrı getirir. Ancak ahiret hususuna zarar veren, fitneye sebep olan dünyalık hayır değildir. Baharın bitirdikleri arasında çok yiyen hayvanı ya çatlatarak öldüren, ya da ölüme yaklaştıran bitkiler de vardır.
Şüphesiz Allah’ın verdiği mal hoştur, tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolda kalmışa veren malın sahibi ne güzeldir! Bunu hak etmediği bir yığınağa dönüştüren ise, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal, kıyamet günü aleyhinde şahitlik yapacaktır’ diye açıklama getirmişti. (Buhari, Müslim) Evet, dünya mülkü tatlıdır. Ama bu mutlak gerçeği değildir dünyanın. İşte çok yiyip kendini çatlatan hayvanın hali, dünya hırsının insana verdiği zarara benzer. Öyle ki, ‘Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir.’ (Tirmizi)
Reislik hizmet etmeyi gerektirir!
Bağdat’ın ileri gelen hizmet insanı İbrahim Havvas, bir kafile içinde hacca gidiyordu. Yolda kendisine kafile başkanlığı teklifi yapıldı. İbrahim Havvas:
-Beni reis seçtiğiniz takdirde yol boyunca bana hep tabi olacaksınız, asla itiraz etmeyeceksiniz. Bu şartla kafile başkanlığınızı kabul ederim, dedi. Tereddütsüz kabul ettiler.
Ancak şartlarını kabul ettikleri bu kafile reisi, konakladıkları her yerde bütün önemli hizmetleri kendisi yapıyor, kimsenin yardımını kabul etmiyordu.
Bu durumdan rahatsız olan yolcular: ‘-Biz bu hizmetinizden mahcup oluyoruz, siz oturun, biz hizmetleri yapar, size hazır hale getiririz. Siz bizim reisimiz, başkanımızsınız, istirahat etmelisiniz’ dediler. -Hayır, dedi İbrahim Havvas ve başkanlık anlayışını şöyle anlattı:
-Siz beni reis seçtiniz. Reislik ise hizmet etmeyi gerektirir, yoksa kendine hizmet ettirmeyi değil! Peygamberimiz de öyle örneklik etti bizlere. Ben Peygamberimiz’in tarif ettiği manada reislik yapmak istiyorum size, yoksa insanları kendime hizmet ettirmek için reisliği kabul etmiş değilim!
İbrahim Havvas Hazretleri’nin bu reislik uygulamasını anlatan talebesi der ki:
-Reisimiz İbrahim Havvas’ın verdiği bu kafile başkanlığı örneğinden sonra içimizde reisliğe talip olan kalmadı. ‘Beni neden reis seçmiyorsunuz?’ diye gönül koyan bir daha çıkmadı.
Kur’an-ı Kerim’de Dua örnekleri
• Rabbim! Bağışla, merhamet buyur. Sen en iyi merhamet edensin. (Mü’minun, 23/118)
• Rabbim! Bana hüküm ve hikmet ver ve beni salihlere erdir. (Şuarâ, 26/83)
• Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve nesiller ver. Bizi takva sahiplerine önder kıl. (Furkan, 25/74).
• Bana Müslümanca ölmeyi nasip eyle ve beni salihler arasına dahil eyle. (Yusuf, 12/101)
• Ey Rabbimiz! Bize bol sabır ver ve bizim canımızı Müslüman olarak al. (A’raf, 7/126)
• Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın iyi işler yapmaya yönelt ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat! (Neml, 27/19)
• Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru. (Bakara, 2/201)
• Rabbimiz! Hesap gününde beni, anne- babamı ve bütün müminleri bağışla. (İbrahim, 14/41).
Sen dindar olanı seç!
Rasûlullah (sav) buyurdular: “Kadın, dört sebepten biri için nikâhlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen (diğerlerini geç), dindar olanı seç. (Aksi hâlde) sıkıntıya düşersin.” (Buhârî)
Hangi devirde olursa olsun, evlenecek kimselerin eş seçiminde dikkat ettikleri ölçüler, ekseriyetle; güzellik, soy-sop, zenginlik ve dindarlık olmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) ise, evlenecek kimselere, eşlerini; güzellik ve zenginlik gibi nefsi cezbeden geçici sebeplerle değil, îman ve ahlâk gibi temel mânevî vasıflar sebebiyle tercih etmelerini tavsiye buyurmaktadır. Güzellik, zenginlik ve nesep gibi hususlar, her an geçerliliğini kaybedebilecek olan maddî ve izâfî kıymetlerdir. Hakîkaten güzellik, günün birinde son bulur. Nitekim âyet-i kerîmede; “Kime uzun ömür verirsek, Biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?” (Yâsîn, 68) buyrulmaktadır.
DİNDARLIK İNSANI KULLUK İSTİKAMETİNDE TUTAR
Mal-mülk de, ya tükenir ya da bir felâket neticesinde yok olup gidebilir. Yine nesep de, hiç akla gelmedik sıkıntılara ve eşler arasında huzursuzluğa yol açabilir. Hâlbuki ibret ve hikmet nazarıyla bakıldığında, dînî duyguların ve iman gücünün, yani dindarlığın, aile için sürekli bir huzur ve saadet kaynağı olduğu görülecektir. Çoğu kimse dindarlığı, sadece zor zamanlarda ve kara günlerde muhtaç olunan, mutluluk anlarında ise kendisine ihtiyaç duyulmayan bir vasıf sanmaktadır. Oysa dindarlık, her zaman ve her türlü şartlar altında insanı kulluk istikâmetinde tutan, sabır ve şükür ahlâkıyla da gönüllerin dengesini muhafaza eden, daima geçerli ve lüzumlu bir meziyettir. Nitekim genç bir hanım için, hayatını Âlemler Sultanı Efendimiz’in yaşadığı şekilde tanzim etmeye çalışan, O’nun güzel ahlâkı ile ahlâklanmanın gayreti içinde olan, dolayısıyla aile değerlerine hürmetkâr bir beyden daha kıymetli ne olabilir?
“EN HAYIRLINIZ, KADINLARINA KARŞI HAYIRLI OLANLARINIZDIR”
Üstelik Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz:
“Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır.” (Tirmizî) buyururken, bir hanım için, gönlü Allah ve Rasûlü’nün muhabbetiyle dolu bir beyden daha kıymetli bir nasip düşünülebilir mi? Aynı şekilde bir erkek için de, ümmetin anneleri gibi saliha bir hanım olma gayretiyle müzeyyen bir hayat arkadaşından daha değerli ne olabilir?
Zira Rasûlullah (sav) Efendimiz’in beyanıyla: “Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı; dindar, sâliha bir kadındır.” (Müslim) Bu sebeple her mü’min için en kıymetli nasip, evlendiği kimsenin amel-i salih sahibi, müttaki bir kimse olmasıdır. Salih erkek, huzur sarayının sarsılmaz direği; saliha kadın da, saadet bahçelerinin en kıymetli tezyînatıdır. Takva üzere yaşanan bir aile hayatı da, kulu ilâhî muhabbete götüren müstesna bir köprüdür.
VAHYİN DİLİNDEN
“Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu, işte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir endişe yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir.” (2 Bakara 262)
ALLAH RASULÜ’NDEN
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
Allah bir kulu sevdi mi onu dünyadan korur. Tıpkı birinizin su verilmemesi gereken hastasından suyu esirgemesi gibi.’ (Tirmizi)
GÜNÜN SÖZÜ
‘İnsanların en iyisi o kimsedir ki, hayrı kendisinden değil, başkalarında görür, kendi tuttuğu yoldan başka Allah’a giden pek çok yol olduğunu bilir. Böylece tuttuğu yolda nefsinin kusurunu görür.’ Ebu Bekir Saydalani
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.