Sıkıntıları nasıl aşacağız
Bir zamanlar, hayatın sadece zâhirinde takılı kalmayan, hadiselerin görünen kısmından ziyâde, derûnundaki hakikatleri temâşâ etme gayretiyle hareket eden, hikmet ehli, yaşlı bir tahta oyma ustası yaşarmış.
Bu ustanın da, hayata dâimâ karamsarlıkla bakmayı huy edinmiş, her şeyden şikâyet eden ve hiçbir zaman memnun olmayan ham bir çırağı varmış. Öyle ki, ustası ne kadar güleryüzlü ise, çırak o kadar abus çehreli; ustası ne kadar cömert ise, çırak o kadar cimri; ustası ne kadar yardımsever ise, çırak da o kadar bencilmiş.
Günlerini, dünyaya gelişin imtihan hikmetine binâen olduğunun idrâkinden uzak olarak geçiren bu çırak, başına gelen en küçük sıkıntıda bile yüzünü buruşturup şikâyet edermiş. Hayat onun için sanki sırf kötülüklerden, sıkıntılardan, acılardan, dertlerden ve mutsuzluklardan ibâretmiş.
Hikmet ehli olan ustası, bir gün bu çırağına güzel bir ders vermek istemiş. Onu, bakkala tuz almaya göndermiş. Âdeti olduğu üzere çırak da söylene söylene denilen şeyi yapmış. Ustasının yanına geldiğinde “şimdi tuzun ne gereği vardı ki sanki!” gibisinden bir tavırla tuzu ustasının önüne koymuş.
Usta, çırağını bir müddet süzdükten sonra, sert bir üslûb ile bir avuç tuzu bir bardak suya döküp karıştırmasını söylemiş. İşin nereye varacağını henüz anlamayan çırak, yine suratı bir karış asık bir şekilde söyleneni yapmış. Ustası üslûbunu biraz daha sertleştirerek; “Şimdi de yanımda çırak olarak devam etmek istiyorsan o suyu iç!” diye emretmiş.
Çırak önce şaşırmış. Sonra kaşlarını çatmış. “Bir bardak tuzlu su nasıl içilir ki usta!?” diye söylenmiş. Lâkin ustasının daha evvel hiç görmediği sert bir yüz ifâdesiyle kendisine hitâb etmesinden dolayı, zorlanarak da olsa bardaktan az bir yudum almış. Almasıyla da yüzünün şeklinin değişmesi ve suyu tükürmesi bir olmuş. Bu hâdise üzerine ustasının da yüzündeki sertlik, birden tatlı bir tebessüme dönüşmüş. Sonra çırağına sormuş:
“–Tadı nasıldı?”
Çırak, kızgınlıkla şöyle cevap vermiş:
“Tuzlu, hem de çok tuzlu! Zehir gibi…”
Usta, tebessümüne devam ederken elinden tuttuğu çırağı bu defa köyün kenarındaki tatlı su gölünün kıyısına götürmüş. Az evvelki yaptığını burada da yapmasını söylemiş. Çırak da bir avuç tuzu göle atıp sonra da gölün tatlı suyundan kana kana içmiş. O, ağzının kenarlarından akan suyu eliyle silerken ustası tekrar sormuş:
“–Tadı nasıldı?”
“–Bal gibi tatlı!” diye karşılık vermiş çırak. Ustası devamla:
“–Peki, tuzun tadını hiç alabildin mi?” diye sorunca çırak şöyle cevaplamış:
“–Hayır! Tuzun tadını almadım. Tuz sanki gölün içinde kayboldu.”
Bunun üzerine hikmet ehli usta, suyun yanında diz çökmüş olan çırağının yanına oturmuş ve ona ömrü boyunca unutamayacağı şu dersi vermiş:
“–Pek değerli evladım! Hayatımızdaki dertler, sıkıntılar, ızdıraplar tuz gibidir; ne azdır, ne de çok. Bunların miktarı hep aynıdır. Ancak, bu sıkıntıların kişiye ne kadar tesir edeceği, onun neyin içine konulacağına bağlıdır. Bir sıkıntın, ızdırabın olduğunda yapman gereken şey, gönül dünyanı genişletmek ve duygularını zenginleştirmektir. Bardak olmayı bırakıp göl olmaya çalışmaktır. O anda göremesen bile, o sıkıntıların sonucundaki güzellikleri görebilmektir.”
Takva nedir?
Bilgi Notu
Takva, hayatı yaşamak demek; Cenâb-ı Hakk’a dost olabilmek, cenneti kazanabilmek, cennetin güzelliklerinden, derinliklerinden, ilâhî ikramdan anlayabilecek bir kalbe dünyada sahip olabilmek demektir. Bu sebeple takvâ; kulun, her davranışında, her hâlükârda, hatta her nefeste Cenâb-ı Hakk’ın rızasının aranmasıdır. Böylece kul, Allah Rasûlü’ne büyük bir aşk ve muhabbet ile bağlanacak, bütün mahlûkata da Hâlık’ın nazarıyla merhamet ve şefkat ile bakacaktır.
Bir mü’minin, gerek gönül dünyasında, gerekse beşerî münasebetlerde kıymet hükümlerini oluşturan iki temel kaynak Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’dir. Bu kaynaklarda insanın değer ve itibarının ancak “takva”sı ölçüsünde olduğu belirtilmiştir.
Peki, takva nedir?
Takva; kalbi mâsivâdan, yâni Allah’tan uzaklaştıran her şeyden korumak suretiyle cemâlî tecellîlerin mâkesi hâline gelmektir.
Takva, nefsânî arzuları zayıflatmak, rûhânî istîdatları inkişâf ettirmek ve Cenâb-ı Hak’la dostluğun tesisidir.
Takva, Allah’a yakınlık ve ebedî vuslat kapısıdır. O kapıdan geçenler; hayatı, med-cezirlerine kapılmadan, denge ve muvazeneyi bozmadan huzur içinde yaşarlar.
Velhâsıl takva, mü’minin, Allah’ın hıfz u emanına sığınarak, âhirette kendisine zarar ve elem verecek şeylerden titizlikle korunması ve günahlardan sakınarak salih amellere sarılmasıdır.
Nitekim şu hadise, takvanın ne olduğu hususuna müşahhas bir misaldir:
Hz. Ömer (ra), bir gün Übey bin Kâ’b (ra)’a takvanın ne olduğunu sormuştu. Übey (ra) da ona:
“–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” diye mukabelede bulundu. Hazret-i Ömer:
“–Evet, yürüdüm” karşılığını verince de bu sefer:
“–Peki, ne yaptın?” diye sordu.
Hz. Ömer: “–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim” cevabını verdi.
Bunun üzerine Übey bin Kâ’b (ra)-:
“–İşte takva budur” dedi.
Gençlere sıkıcı olmayan öğütler
Dikkat Dikkat
Eskiden büyüklerimiz bizi karşısına alıp uzun uzun nutuklar irad eder, öğütler verirdi. O zaman çok sıkılırdım bu öğütlerden. Yaş kemale erince o öğütlerin anlamını ve hayatıma kattığı değerleri tabi daha iyi gördüm.
Yine de gençlerin aceleci, hareketli, derin olmayan sularda devam eden hayatlarına ağır öğüt cümleleriyle müdahale etmekten yana değilim.
Bu güzel pazar gününde gençlerin bu yazıyı okuyacağını sanmam. Onların anne, babası okuyordur şu an. Hoşlarına giderse oğluna/kızına, ‘bak sana hitaben yazılmış bir yazı, bırak bilgisayar oyununu da şunu bir oku’ diyerek öneride bulunacaktır.
Genç arkadaşım da ‘taam bakarım’ deyip okumayacaktır. Bu durumda yazıyı anne babalara yazıyorum, artık gerisini siz halledin.
Genç kardeşim,
Sürekli bilgisayarda, telefonda ve iPad’de oyun oynuyorsun. Oyunların çoğu savaş, yarış, futbol vb. pek zekayı etkilemeyecek oyunlar. Bu tür oyunların her seferinde zekayı gerilettiğini ve insanı aptal yaptığını biliyor muydun? Bu hızla oyun oynamaya devam edersen bir süre sonra seni topluma geri kazandırmak için rehabilitasyon merkezine alabilirler. Amerika’da başladı, haberin olsun.
Okey, tavla, Black Jack, Angry Bird oynayarak zekanı parlattığını söyleyen biri varsa, işte o kişi bilgisayar oyunundan zekası gerileyen insandır. O kişiden uzak dur.
Kitap okumuyorsun, okuyunca da uykun geliyor nedense. Bu durumda kitabı okumaktan vazgeçmek yerine uykunu kaçıracak şeyler yapabilirsin. (...)
Gelecekte baba/anne olacaksın, evleneceksin, çocuğun olacak Allah nasip ederse. Bir gün eşin sana ‘Canım bu Ebola nedir, Kuzey Atlantik Paktı ne demek’ derse ne yapmayı düşünüyorsun? ‘Dur Google’a bakayım mı’ diyeceksin. Çocuğun okul ödevini sana getirip, ‘öğretmenim anne/babanızın yaşadığı en şaşırtıcı olayı yazın’ dese sen ‘Call Of Duty oyununda tam rekor kırıyordum pil bitti’ gibi bir şey mi anlatacaksın?
Doğayla, toprakla, ağaçla açık havayla çok az ilişkin var. Evde, kafede oturmayı, sürekli telefonunla, bilgisayarınla oynamayı tercih ediyorsun. Peki çok oturan ve az yürüyen insanlarda çok hastalık oluştuğunu biliyor musun? En çok görülen hastalıkların da hemoroit, kıl dönmesi ve prostat olduğunu söylesem yüzün WhatsApp’taki şaşkın adam sembolüne döner mi?
Biz büyüklerin sana öğüt yerine para vermesini tercih ediyorsun biliyorum. Parayı da yeni telefonuna, bilgisayarına, gezmeye harcamak istiyorsun, onu da biliyorum. Şunu bil ki bu öğütler bize babamızdan, ona da babasından kaldı. Bunları dinlemek istemiyorsan sen çocuğuna öğüt verirken, Futbol Manager oyun kurallarını mı anlatacaksın?
Siyasetle ilgileniyorsun ama sadece sloganlarıyla. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yeni Türkiye hayalini paylaşıyorum diyorsun, lakin onun içini nasıl dolduracağını düşünmüyorsun. Ne ekonomiyi, ne uluslararası ilişkileri, ne global medyayı takip ediyorsun, okuyorsun. Yeni Türkiye’nin gelecekteki yöneticisi olduğunu biliyor musun?
‘Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın’ lafından gına gelmişir eminim. Tamam senden İstanbul’u fethetmeni bekleyen yok, bari Fatih’in kabrinin yerini bil, bir Fatiha oku huzurunda.
Ali Nur KUTLU
DERS
Ne zaman ihlaslı sayılırız?
Maneviyat dünyasının büyük sultanlarından Yahya bin Muaz Hazretleri, günün birinde etrafında toplanan insanlarla sohbet ediyor, onların gönüllerini ferahlatıyordu.
Bir ara mecliste bulunanlardan biri:
“Kul ne vakit ihlaslı sayılır?” diye sordu.
Yahya bin Muaz Hazretleri, şu düşündürücü cevabı verdi:
“Kendisini öven insanla, tenkid eden insanı bir gördüğü vakit!” İKAZ
Hakiki dostun göz yaşları
Büyük zatlardan biri, evinde otururken birden kapısı çalındı. Aşağı indi, kapı aralığından baktığında, kapının önünde bekleyen adamın eski tanıdıklarından biri olduğunu gördü. Adam, Allah rızası için sadaka istemeye gelmişti. Bu güzel insan, eski dostunu mahcup etmek istemediği için kendisine görünmedi. Hemen içeri koşup sandıkta eline ne geçerse, hepsini getirip kapı aralığından uzattı. Kesesinde olan altınlardan vermeyi de ihmal etmedi. Adam, bol bol dua ederek gittikten sonra o zat hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Karısı:
“- Verdiklerin gözüne çok göründü, yaptığın cömertliğe pişman oldun da, onun için mi ağlıyorsun” diye sordu.
“- Hayır! Aklına gelen yanlış. Ben verdiğimi para için değil, uzun zamandan beri görmediğim bir dostumun halini sorup araştırmadığım için, onun dilenmeye mecbur olacak duruma gelişinden haberdar olup ona el uzatamadığıma ağlıyorum!”
Vahyin Dilinden
“…Anaya, babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere ihsân ile muâmele edin, iyi davranın…”
¥ 4 Nisâ, 36. Âyet
Allah Rasulü’nden
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Adamın biri dedi ki: Ya Resûlallah!
Gece senin duanı işittim, şöyle dediğini anladım: ‘Allah’ım! Hatamı mağfiret et. Evimi geniş et. Verdiğin rızıkta bana bereket ver.’
Ona buyurdu ki: ‘Bunlardan başka bir şeye gerek kaldığını zannediyor musun?’ ” ¥Tirmizî
Günün Sözü
‘Okuyun! Okuyun! Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor.’
¥ Ali ŞERİATİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.