Değer eksenli dış politika
Hâlihazırda Türkiye ve Tunus’ta olduğu gibi dindar insanların farklı ülkelerde iktidara geldiği dönemler olmaktadır. Mısır’da da kısa süreli Muhammed Mursi liderliğinde bir İhvan dönemi olduysa da Mursi hükümetinin başarısından korkan tüm çevreler el ele vererek Arap dünyasının en nezih İslâmî hareketini düşürdüler.
Bahsettiğim dindar iktidarların değerler bakımından akraba oldukları katı muhalifleri de mevcuttur; bunlardan bir kısmı demokratik kulvarlarda mücadele vermeyi benimserken diğer kısmı ise bunu en büyük günah sayar. Ancak bu iki muhalif kesim kendi duruşlarını da meşrulaştırmak sadedinde dindar iktidar partilerine, ‘neden iç ve dış politikanızı İslâm’a göre belirlemiyorsunuz’ itirazlarını yükseltirler.
Ben meseleye, zaman zaman bana da sorulduğundan, dış siyaset bağlamında değineceğim. Önce bir durum tesbiti yapalım; bölgesel ve küresel güçlerin Suriye meselesinde olduğu gibi dindarların iktidarlarına arzuladıkları gibi hareket etme fırsatı vermedikleri bir sır değildir.
O zaman reel politik adına reele teslim olmak yahut reel olanı görmezden gelerek elde edilmesi mümkün olmayan sloganlar peşinde koşmak birer tercih olarak karşımıza çıkar. Bir de, kök değerlerle vakayı mümkün mertebede buluşturmaya çalışmak siyaseti vardır.Bize göre bu üçüncü yol zarureten takip edilmesi gerekendir.
Reel politikten kastedilen şey aslında teslim olmaktır, siyasetsizliktir. Kurulu düzenin devam etmesinden yana bir politik tercih bizim gibi halklar için köleliğe razı olmak anlamına gelir. İktidar cenahından kimileri maalesef bu tuzağa düşebilmektedir.
Reel olana teslim olunamayacağına göre reeli inkâr edip meydan okuyarak kuzuların üzerine kurt sürülerini çekmek de akıllı bir siyaset olamaz.
Yapılması gereken şey, bölgesel ve küresel meselelerde ideal olanla mümkün olanı buluşturmak, kök değerler perspektifinden meselelere yön vermektir. Bunun mümkün olmadığı yerde ise, bölgesel ve küresel sistem içerisinde ve fakat adil olandan yana tavırlar geliştirmektir.
Diğerlerini de adil olmaya zorlamak, bu yapılamıyorsa, ki çoğu zaman yapılamıyor, o zaman prensipler zemininde söz söyleyerek söylem üstünlüğünü onların elinden almak gerekir. Bunlar da başarılamıyorsa münkere her dâim kalpte buğz beslemek ve dolayısıyla münkeri normalleştirmemek gerekir.
Bu meyanda Efendimiz’in (sas) şu hadisi yol göstermektedir:
“Sizden kim bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse münkere kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı da imanın en zayıf mertebesidir.” (Muslim: 1/50, hn: 186)
Yusuf Peygamber (as) Mısır’ın kıtlıkla imtihan edileceği o zor günler öncesi kendi talebiyle ekonomiden sorumlu vezir tayin edilmişti. Sorumluluğu, âti olan krizi yönetebilmek üzere kralın nizamına göre olsa da adaletle yönetmek şartıyla üstlenmişti.
İnisiyatif alabileceği yerlerde inisiyatif almakta, bunun mümkün olmadığı yerlerde ise kralın kanunlarına göre ama adil olarak karar vermekteydi. Mısır ehlini feraseti, adil yönetimi ve gerekli tedbirleri zamanında alarak helak olmaktan böyle kurtardı.
Fıkhî kaidedir; bir şeyin tamamı elde edilemiyorsa, tamamı da terk edilmez. Müslümanların geleceğinin şekillendirilmesi tamamen Müslümanların kontrolünde değilse de, kök değerlere bağlı olmayanlara terk edilemez, mümkün olanlar yapılır, yapılamayanlar için de mücadele verilir.