Kadın Mülkiyeti Dedim De
Hazır, Susuz Yaz ve kadın mülkiyeti bahsi açılmışken size kadın mülkiyeti üzerine üç hikâye anlatayım. Birisi “Kuyu”; diğeri, “Susuz Yaz”, sonuncusu ise “Yılanların Öcü” misâli. Ama, sonları farklı.
İlk hikâyenin kahramanının adı Ayşe. 19. yüzyılda, Sivas’ın bir köyünde yaşamış.
Çok güzel bir kadınmış Ayşe. Eşinin gezici bir işi varmış. Yöredeki beyler, Ayşe’ye göz koymuşlar ve eşini, câmide namaz kılarken öldürmüşler. Ayşe hâmileymiş. Beylere haber salmış. “Kapımı bile kilitlemiyorum. Erkekseniz gelin.” diye. At binmiş. Silah kuşanmış. Kimse yanına yanaşamamış. Eşinden sonra evlenmemiş. Oğlanı büyütüp evlendirmiş.
İkinci hikâye, Ayşe’nin torununun hikâyesi. Adı Hamide. Eşi Birinci Dünya Harbi’nden dönmemiş. Dört çocuk ve başında zâlim bir kayınbirâder. Kayınbirâder, köy şartlarına göre savaş zengini. Köyün erkekleri savaşa gittiği için ortada kalan mallara, ekinlere kolayca sâhip olmuş. Ambarı ağzına kadar doldurmuş.
Gücü artınca sıra, evli olduğu halde evin dul gelinine, yâni Hamide’ye gelmiş. Birgün, gelin inek sağarken ahırın kapısına dikilmiş. Bir kese altını kadıncağızın önüne atmış. Kabul edip etmediğini sormuş. O an, herşey mümkün. Gelin, yetimlerini düşünmüş bir an. Ölse bir türlü, öldürse bir türlü. “Böyle olmaz. Gardaşım gelsin.” demiş. Kardeşi dağların ardında uzak bir köyde. Medresede okumuş âlim bir adammış. Kaynı, hemen atına atlayıp yola koyulmuş. Gelin, altınları oracıkta hayvan gübresine gömmüş. Sonra, dört yetimin elinden tuttuğu gibi arka yoldan, dağları aşarak ağabeyinin yanına, yâni baba ocağına doğru yola koyulmuş.
Ağabey, gelen misâfiri hoşlamış ama bu işe de çok şaşırmış. Kızkardeşinin ölse böyle bir şey yapmayacağını biliyormuş. Hep berâber nikâh kıymak için ana yoldan diğer köye doğru yola çıkmışlar. Onlar yol alırken Hamide dört yavrusu ile soluğu baba ocağında almış. Mesele anlaşılınca kaynı rezil olmuş tabi. Hamide, uzun süre evine dönmemiş . Altınların yerini söylemiş. Ne zaman ki kaynının zararından emin omuş, o zaman dönmüş evine. Hatta, kaynı ölmeden önce hastalanıp elden ayakdan düşünce yüksünmeden bakmış bile.
Üçüncü hikâye ise Hamide’nin torununa, anneme âit. Aynen, Yılanların Öcü’ndeki gibi hâin komşulardan biri, komşuluk hukûkuna aykırı bir inşaat başlatıyor bizim evin yanında. Köyden ileri gelenleri de arkasına alıyor. “Nasılsa kocası gurbette. Birşey yapamaz.” diye annemin tüm itirâzına rağmen inşaata başlıyor. Sonunda annemin gözü kararıyor. Eline baltayı alıp “Yaklaşmayın. Kim gelirse kafasına indireceğim.” diyerek inşaatı yerle bir ediyor. Artık hâli nasılsa, adamlar yerlerinden bile kıpırdamayıp yıkımı seyrediyor.
Annem bunu anlattığında, “Üzerine gelseler ne yapacaktın?” diye sordum. “Baltayı indirecektim. “ dedi. Adamlar da buna inanmış olmalı ki bir daha aynı işe teşebbüs etmemişler.
Anadolu’da, erkeğe, topluma, düzene kafa tutan kadınların nice hikâyeleri var. Yazılmayı bekliyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.