Muhabbete muhabbet
Yukarıya çektiğim başlık Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesidir: Üstad sevmeyi sevmekten söz eder…
Aslında “sevgi” sözcüğü “muhabbet”i tam olarak karşılamıyor. Zaten yeni Türkçe, eski Türkçenin karşısında hepböyle âcizdir!
Kelimelerin ruhu var mı bilmiyorum, ama bazı kelimeler öyle güçlüdür ki, kavramlarla bütünlenip hızla tefekküre dönüşür.
Ne kadar çok kelime, o kadar derin tefekkür…
Ne kadar tefekkür, o kadar fikir!
Eskiden sohbet-muhabbet vardı: Kelimeler muhabbetle yeşerir, büyür, gelişir ve kimliklerini bulup fikre dönüşürdü.
Tekkelerde muhabbet vardı…
Zaviyelerde muhabbet vardı…
Dergâhlarda muhabbet vardı…
Medreselerde muhabbet vardı…
Hatta camilerde muhabbet, evlerde muhabbet vardı.
Bunlar Muhammed’li (s.a.v) muhabbet olduğu için yüreklere iner, yürekler nurla beslenirdi.
Birkaç ayet…
Birkaç hadis…
Ardından Ahmediye, Muhammediye, yahut Mevlid.
Her bölümün sonunda yer alan, “Ger dilersiz bulasız oddan necat/ Aşk ile dert ile deyin Esselat-u vesselat” nakaratı topluluğu şevke getirir, topluca ve can-ı gönülden salâvat getirilirdi.
Evlerin camiye, camilerin eve dönüşmesi bundandır.
Çocuk ruhlar “salât” ve “selâm”dan beslenir, sünnet ahlâkı belirleyici olurdu.
Fransız yazar Brayer’in, “Türkler Peygamberlerini çok severler, onu taklit etmeye, onun gibi yaşamaya çalışırlar” demesi boşuna değil.
Şimdiki Türklerin, Avrupa’yı taklit etmeye çalıştıklarını görse, sanırım hayretten küçük dilini yutardı!
Muhabbetin özü Muhammed (s.a.v) dedik ya, bu konuda bazıları o derece ileri gittiler ki, Efendimize duydukları derin muhabbeti mühürlerine dahi yazdılar.
Eskiden mühürlere güzel söz ve şiir yazdırma geleneği vardı: Sultan Abdülmecid’in annesi,Sultan II. Mahmud’un ikinci eşi Bezm-i âlem Valide Sultan (Guraba Hastanesi dediğimiz muhteşem hayrı milletimize armağan eden hanımefendi) da mührüne şu anlamlı şiiri yazdırmıştı:
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
“Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?..
“Zuhurundan, Bezm-i âlem oldu vasıl…”
Vaktiyle kalpleri yumuşatıp adaveti (düşmanlık) muhabbete dönüştüren böyle bir iksirimiz vardı. Toplumsal yapımız “sevgi”, “şefkat”, “merhamet” ve “hamiyet” eksenine oturmuştu.
Sohbetten kopunca muhabbetten, ondan koptuğumuz ölçüde de “sevgi”, “şefkat”, “merhamet” ve “hamiyet”ten koptuk…
Zamanla içimize “kin” düştü, “intikam” düştü, “güç” hevesi düştü…
Öncekiler “rahmani”, sonrakiler “nefsani”dir!
Nefsimizin “hâkim”i iken “hâdim”i (hademe-hizmetkâr) olduk!
Ortalığı kavga götürüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.