Sakal Bırakmanın Hükmü 7
Kur’an ve Sünnette sakal konusu kitaplık çapta bir konudur ve –tahdis-i nimet kabilinden söylüyorum, Allah Tealaya çok şükür- biz bunun kitabını yazdık. Ama burada o konuları işlemek istemiyoruz.
Neden mi?
Çok uzun kaçar çünkü. Köşe yazarlığı biraz da güncele dair bilgilerle bir konuyu sunmaktır. Yoksa “Kur’an ve Sünnete Göre Sakal” hakkında bilgi almak isteyen, bunu ana kaynaklardan okumalıdır. Nitekim bizim yazdığımız kitap da bu konuda çok malumat derliyor, darısı bastırılıp dağıtımının yapılmasına inşallah…
Bir de şu tembihi yapayım; konu hakkındaki bu 7. yazı en az üç yazı olacak kadar uzun oldu. Sebebi de “sakalın hükmü” konusunu bölmeden verme gereği hissidir. Umarım hoş görür, sabırla okursunuz.
Sakal bırakmak ve buna bağlı olarak sakalı tıraş etmek konusunda âlimler üç değişik kanaate varmışlardır. Buna göre, alimlerin bir kısmınca sakal bırakmak farz, kesmek haram; bazılarına göre sakal bırakmak sünnet, kesmek mekruhtur, kimisine göre de sakal bırakmak müstehaptır. Yani bırakan sevap kazanır, kesen günahkar olmaz.
Şimdi bunları biraz daha ayrıntılı görelim:
1- Sakal bırakmak farz, kesmek haramdır: Cumhurun/ müçtehitlerin çoğunluğunun görüşü böyledir. Onlara göre sakal bırakmak farz, tıraş etmek ise haramdır.
Bunların görüş ve delillerine gelince, ana hatlarıyla şöyledir:
Hz. Peygamber (s.a.s) -yukarıda gördüğümüz- hadis-i şeriflerinde sakal bırakmayı emretmiştir. Emirler ise müstehab, mendub veya mübah olduğunu ifade ettiğine dair bir delil bulunmadıkça vücub/vacip oluş için olurlar. "Sakalları bırakın " emri de vücub/vaciplki içindir, öyleyse sakal bırakmanın farz olmasını gerektirir. Aynı şekilde, Hz. Peygamber (sav) müşrik veya mecusilere benzememeyi emretmiştir. Sakalı tıraş etmek onlara benzemektir. Bu da haramdır.
Sakal sünnetinin ısrarla vurgulanışı ve devamlı yapılışı da bu görüşü destekler. Çünkü sakal kazımak önemli bir hadise, sakalsızlık da dikkat çekici bir vasıftır. Başta Resulullah (sav) olmak üzere bütün peygamberler sakallıydı. Hz. Harun’un sakalı Kur’an ile sabittir. Bazı Peygamberlerin vasıfları da sünnette ifadesini bulmuştur. Bunlar değerlendirildiğinde görünen odur ki, bütün peygamberler sakallıdır. Bu da sakalsızlığın caiz olmadığına dair bir delil olabilir.
Bütün siyer, tabakat ve teracim kitapları, yani Resulullah (sav) ve Sahabe ve Tabiin-i Kiramın hayatını anlatan sayısız kitaplar ortadadır. vardır. Onun ve ashabının hayatı en ince teferruatıyla bilinmemektedir. Bunlardan anlaşıldığına göre Ashab-ı Kiram’ın bütün erkekleri sakallıydı. Çünkü sakalsızlığı Peygamberimiz hoş görmez ve eleştirirdi. Nitekim bu sözlerimizi şu rivayet desteklemektedir:
İki İranlı olan Eba Nuh ile Ced Cemire bir münasebetle Peygamber efendimizin yanına girmişlerdi. Sakallarını tıraş etmiş ve bıyıklarını bırakmış oldukları için Peygamber efendimiz onların yüzüne bakmaktan ikrah etti ve:
- Yazıklar olsun size! Bu ne biçim kılıktır?” Diye onları kınadı. Demek ki beğenilmeyen çirkin kılık ve kıyafet için tepki vermek doğrudur.
Onlar da Kisra’yı kastederek:
- Bizim Rabbimiz ise böyle emretmiştir, dediler.
Peygamber Efendimiz:
- Benim de Rabbim bana sakalımı bırakmamı ve bıyıklarımı kestirmemi emretmiştir, dedi. (Bidaye, İbni Cerir’den. Nakleden; Kandehlevî, Hayatüs Sahabe.)
Öyleyse sakal bırakma hadislerinden anlaşılan, bunun çok ciddi bir emir oluşudur.
2- Sakal bırakmak sünnet, tıraş etmek mekruhtur. Şafiî mezhebinden İmam Nevevi, Râzi, Gazzalî, Şeyh Zekeriyya el-Ensari, İbn-i Hacer, Remli, Hatib, Şirbini gibi zatlar bu görüştedir.
Bu görüşü savunanlar şöyle demişlerdir: “Hadis-i şerifteki emir, sakal bırakmanın farz olmasını gerektirmez. Zira aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s), Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek için saçların boyanmasını emretmiş, fakat Sahabeden bazı kimseler saçlarını boyamamışlardır. Bu olay bu gibi emirlerin vücub için olmadığını gösterir.
Müşriklere din ve imanla ilgili konularda benzemek haramdır. Örf ve âdetlerle ilgili hususlarda ise haram değildir. Zira Rasûlüllah (s.a.s) de rahiplerinkine benzer bir takunya giymiştir. Şayet bu gibi hususlarda benzemek kesin olarak yasak olsaydı, Hz. Peygamber bunu yapmazdı.
Örf ve âdetlerde bile olsa konu sadece müşriklere benzeme noktasından ele alındığı zaman aksine sakal bırakmanın haram olması gerektiği hükmüne varılır. Zira bugün birçok rahip ve gayr-i müslimler de sakal bırakmaktadırlar.
Peygamberlerin sünnetlerinden sayılan on şey alimlerin çoğunluğu tarafından sünnet veya müstehap olarak değerlendirilmektedir. Sakal da bunlardan biri olduğuna göre bu da öyle değerlendirilmelidir. Çünkü bunların hepsi temizlik ve iyi görünüşlü olmak gibi güzel âdetlerdir. Rasûlüllah (s.a.s) ümmetine en güzel âdetleri tavsiye etmiştir.”
3- Sakal bırakmak sünnet-i zevaid olarak müstehap, tıraş etmek ise mubahtır. Mahmud Şeltut ve Muhammed Ebu Zehra gibi zamanımızın bazı âlimlerinin görüşü bu şekildedir.
Bu görüşünü savunanlar şöyle derler: Peygamber efendimizin kendisinin emrettiği veya yaptığı ibadetlere “sünnet” denir. Sünnet ikiye ayrılır: 1- Sünnet-i hüda 2- Sünnet-i zevaid.
1-Sünnet-i Hüda: Buna “sünnet-i müekkede” de denir. İslam dininin şiarıdır, başka dinlerde yoktur. Peygamber efendimiz bunları devamlı yapmış, nadiren terk etmiş ve terk edenlere de bir şey dememiştir. Müekked sünneti devamlı terk etmek mekruhtur, yani küçük günah olur. Namaz içindeki müekked sünnetleri terk etmek ise tahrimen mekruhtur. Ezan okumak, cemaatle namaz kılmak gibi sünnetler “Sünnet-i hüda”dır. Ara sıra terk ettiği sünnetlere de “gayri müekkede” denir. Terkeden sevabından mahrum olur.
2-Sünnet-i zevaid: Peygamber efendimizin ibadet olarak değil de o günün toplumunun bir âdeti olarak yaptığı özel davranışlarıdır. Mesela yeme, içme, yatma, giyinme vb. gibi şeylerdir. Zevaid sünnetleri terk etmek mekruh değildir. Peygamber efendimizin mesela yemesi, içmesi, konuşma tarzı, giyiniş şekli, iyi işleri yapmaya sağdan başlaması gibi işleri sünnet-i zevaiddir.
Peygamber efendimizin böyle âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid'at değildir. Bunları yapıp yapmamak, biraz da ülkelerin coğrafi ve iklim şartlarına ve insanların örf ve âdetlerine bağlıdır. Doğrudan dini hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başka olabilir. Hatta bir ülkenin âdeti zamanla değişebilir.
Bununla beraber, bu tür âdete bağlı Sünnet-i zevaideye de, şayet bir mazeret yoksa O’na (sav) uymak, “sırf Resulullaha tâbi olmak” niyetiyle yapılırsa, hem ahirette sevap kazandırır, hem de bu dünyada insana sağlık, mutluluk, ferahlık, dirlik, düzenlik, sevgi, saygı, barış, huzur, emniyet, refah gibi çok çeşitli faydalar sağlar, mes’ud ve bahtiyar olmasına yol açar.
Neticede bu çeşit sünnete uyulmazsa vebali, günahı yoktur, fakat kârdan zarar edilmiş olunur. Yani “sünnet” diye uyulsaydı, elde edilecek sevap kaybedilmiş olur. Oysa Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’i çok sevenler, bu tür sünnetleri de fırsat ve ganimet bilerek ömürlerini bol sevap ve çok çeşitli menfaatler ile bereketlendirirler. Kaldı ki Resulullahın âdetlerle ilgili sünnetlerine uymak sevap getirdiği gibi, aynı zamanda büyük bir şeref ve çok sevaptır. Ama zevaid tütünden bir sünneti yapmamak da vebal, günah, hatta mekruh değildir.
Söz gelimi dün de bugün de Arapların çoğu entari giymektedir. Türkiye’de ise âdet olmadığı için erkekler daha düne kadar çoğunlukla entari değil, şalvar giyerlerdi. Şimdi ise maalesef Batıdan gelen pantolon giymemektedir. Sünnet-i zaide olduğu için entari giymemek günah veya mekruh değildir. Ama Batıdan geldiği için pantolon giymek sorundur. Şimdi herkesin giymesi bu sorunu ne kadar kaldırır, bilemiyorum. Fakat vücut hatlarını belli eden dar pantolon giymek kesinlikle mekruhtur. Hele üstü başka bir elbiseyle örtülmezse, tayt veya kalın çorap denilen laneti giymenin ne dinde yeri vardır, ne de ırz, haya ve haysiyette yeri vardır diye düşünüyorum. Bunlar örf ve adet olsa, bu onların caizliğini değil, olsa olsa ancak o toplumun sefihliğini gösterir.
Bu üçüncü görüşe göre sonuçta sakal bırakmak, yemek, içmek, oturmak, giyinmek gibi Hz. Peygamber'in insan olduğu için tabii olarak yapmış olduğu âdetleridir. Bu itibarla sakal bırakmak ibadetle ilgili sünnet değil, Hz. Peygamber (s.a.s)'in gelenek kastiyle yapmış olduğu bir sünnetidir. Malum, buna “sünnet-i zevdid” denir. Kâfirlerden de sakallı olanlar vardı o zamanda. Buna göre sakal bırakmak faziletli olmakla birlikte, sakal tıraşı mübah / serbesttir. Sakal bırakılmadığı veya bırakıldıktan sonra tıraş edildiği takdirde aleyhte bir hüküm terettüp etmez. İçinde bulunulan çevreye göre hareket etmek yerinde olur. Üçüncü görüştekilerin delili de budur.
Şöyle bir itiraz da haklı değildir: “Örf ve adetlere uymak gerekirse, bugün artık örf ve adetler değişti. Sakal bırakmak genel bir örf olmaktan çıktı. Hatta sakal kesmek örf ve adetten oldu. Öyleyse sakalı kesmek daha iyidir.”
Fıkıh usulü ilminden örf ve adetlerin dinde yeri ve değerini iyi okumak ve anlamak gerekir. Bir milletin örf ve adeti şeriata uymazsa, o örf ve adetlerle amel etmek haram olur. Nitekim insanlar zina yapmayı, içki içmeyi, kadın erkek dans etmeyi, halay çekmeyi vs. adet haline getirseler, kimse bu haramların örf ve adete uygunluğundan dolayı caiz olabileceğini söyleyemez. Sakal hususunda da durum böyledir. Çünkü sakal bırakmak bize göre şeriatın açık delileriyle vaciptir, tıraşı haramdır. Dolayısıyla örf ve adet bahane edilerek sakal tıraşı mubah / serbest kabul edilemez.
Bu kadar yazmışken, şunu da söyleyelim bari: Sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek sünnettir. Bir tutamdan kısa bırakmak, sünnete aykırıdır. “Sünnet” diyerek, yani o inançla bir tutamdan kısa sakal bırakmak, bid’attir.
İki gün tıraş olmamak kadar kısacık sözde “kirli sakal” bırakanlar ile batıcılık ve çağdaşlık alameti sayarak sadece çenede “keçi sakalı” bırakanlar, yani üstelik bu halleriyle bir de mübareğin adını berbat edenler, yaptıklarının sünnet olmadığının farkında olmak durumundadırlar.
Ben özellikle “kirli sakal” bırakanları gördüğümde nazımın geçtiklerine gülerek “pişmansanız kesiniz bari” diyorum.
İnşallah beni anlar da sünnet uygun sakal bırakırlar.