Padişahı yalvartan cariye
Sultan II. Abdülhamid’i herkes tanır da, Sultan I. Abdülhamid’ipek kimse tanımaz. Oysa kendi döneminde önemli işler yapmış, ülkesine değerli mimari eserler kazandırmış imarcı, inşacı ve yenilikçi bir padişahtır.
Babası Sultan III. Ahmed, annesi Râbia Şermi Sultan’dır. 21 Ocak 1774’da atalarının tahtına çıkmış, 1789’da ölene kadar, 15 yıl padişahlık yapmıştır.
Türbesi Eminönü’nde kendi adını taşıyan cadde üzerinde yine kendi adını taşıyan külliyenin yanındadır.
Beylerbeyi Camii (İstanbul/Beylerbeyi), Emirgân Çeşmesi (İstanbul/Emirgân), Kurşunlu Camii(İstanbul/Hasköy), Ulu Cami (Yozgat), Şebsafa Camii(İstanbul/ Unkapanı) gibi hayır eserleri günümüze kadar gelmiştir.
Çok başarılı olduğu söylenemez, ancak samimi, iyi niyeti ve gayretli bir padişahtı. Sık sık tebdil çıkar (kıyafet değiştirip halkın içine girer), şikâyetleri bizzat dinler ve buna göre tedbir alırdı.
Ayrıca merhametli, nazik ve şefkatliydi. 1782 yılı yazında İstanbul’da çıkan büyük yangında söndürme faaliyetlerini bizzat yürütmüş, bir itfaiyeci gibi çalışmıştı.
O yılın üç aylarında İstanbul’da üç büyük yangın çıktı. Çoğu yangınlar gibi bunlar daCibali’den başlamıştı. Yangınların o bölgede başlamasının sebebi, kayıkhanelerin çokluğudur. Kayık tamircilerinin kullandığı zift gibi yanıcı maddeler zaman zaman tutuşur, ilgisizlik, bilgisizlik ve dikkatsizlik sebebiyle kısa sürede büyük bir yangına dönüşürdü. Evlerin çoğu ahşap olduğu için de söndürmek kolay olmazdı. Oradan çıkan bazı yangınlar İstanbul’un üçte birini kül etmiştir.
Ayrıca bölge “ayak takımı” dedikleri nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgedir. Tamirci taifesiyle birlikte işsiz-güçsüz Yahudilerin mekânı da aynı bölgedir. Bunlar “Yahudhâne” denilen odalarda yatıp kalkarlardı. Ayrıca Rum meyhaneleri, kayıkçı kahveleri ve kalafat yerleri de aynı bölgede yer alırdı...
1782 Ramazanında aynı semtte başlayan yangın kısa süre içinde yayıldı. Padişah itfaiyecileri hem yönetti hem de bizzat söndürme çalışmalarına katıldı. Canhıraş gayreti halkın takdirini kazandı.
O kadar duyarlıydı ki, 1787-1792 yılları arasında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı’nda Özi Kalesi’nin Rusların eline geçtiğini, tüm halkın Ruslar tarafından katledildiğini haberini alınca dayanamamış, kederinden felç olmuş, bir daha ayağa kalkamayarak vefat etmişti.
Boş zamanlarında Harem’deki dairesine çekilip okuyor, kadınlarıyla sohbet ediyor, çok üzgün olduğu vakitlerde ise üç cücesi ile yedi dilsizin maharetlerini seyrederek derdini unutmaya çalışıyordu.
Kadınlarına büyük bir saygı gösterir, daima nezaket çerçevesinde hitap ederdi.
Yazılı kaynaklarımızda baş kadınları (Baş kadınefendi) olarak Nüket Seza ve Hümaşah’ın isimleri geçiyor. Ancak o Ruhşah isimli bir cariyeye âşıktı. Sürekli olarak dokunaklı mektuplar yazıyor, hatta “Ruhşahım! Hamîd’in Sana Kurban Ola… Kuşca canım, efendim yoluna feda olsun… Hak Taalâ’nın birliği hakkıyçün bilesiz kademin turabına yüz sürerim… Ayağın altına yüzüm gözüm sürerek rica ederim” gibi son derece ifrat ifadeler bile kullanıyordu.
Aşk söyletir… Gönül de ferman dinlemez!
“Cenab-ı Hallâk-ı Âlem (âlemleri yaratan Allah) cemî mahrukatın (tüm yananların=âşıkların)halikıdır, bir kusur ile azâb eylemez. Efendim sana bende olmuş bir kulunum, ister beni darb eyle, ister öldür, sana teslimim. Bu gece gel, niyazımdır. Billahi sebeb-i illetim ve belki mevtim olursun.”
“…Abdülhamid, Ruhşah’ına kul kurban olsun! Bir kusur ile beni unutma. Benim vücudum toprak oluncaya kadar senden vazgeçersem, Allah bana layık olduğumu versin.
“Efendim; gideyim, belki beni götür diye buyurursun diyorum, ama sen bana götür demiyorsun. İnşallah-u Teâlâ ömrümüz oldukça birbirimizin oluruz. Canım efendim, ben ayağına yüzümü sürerek senden rica ediyorum…” (Topkapı SarayıArşivi, No: E 10193).
Cihan Padişahını bir köleye “köle” yapan duygu dünyasının adıdır aşk!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.