Yaşanan Felaketlerin Arka Planı 1
Müslümanların geri kalmışlık tarihi ile Batının maddî kalkınması ters orantılı gelişti. Bu maceranın sonunda İslam coğrafyası acı mağlubiyetler yaşadı. Bir yanda büyük zaferlerin ardından gelen bu mağlubiyetlerin getirdiği derin travma, çaresizliğin getirdiği utanç ve tez elden düşman tasallutundan kurtulma arzu ve hırsları, bu coğrafyada “Batıcılık”, yani “İslam din ve Medeniyetinden kopma, Batı medeniyetini kabullenme” düşüncesini yaygınlaştırdı. Yani irtidatı yaygınlaştırdı.
Fakat bu sadece bir düşünce hareketi değildi. Bunun arkasında Batının galip ve hakim güçlerinin Müslümanların idaresini ele geçirme ve devleti de toplumu da kendi değerlerine dönüştürme aracı olarak devleti yöneten kadroları kendi yandaşlarından seçme gibi, onlara göre bir başarı, bize göre ise bir ihanet de vardı.
Bugün yıllardır başörtüsü zulmü yaşamışsak, şimdi muhafazakar bir hükümetin bu zulme son verme hareketine bu kadar yoğun bir tepki varsa, bilinmelidir ki bunun böyle bir arka planı vardır. Yani bugün yaşanan din düşmanlığı, dinden kopuş ve kaçış, bir sonuçtur. Asırlar önce ekilen zakkum tohumlarının zehirli meyvelerini verişidir.
Bu arka planı arkasına almayan bir görüş, bir düşünce tarzı, bir siyaset ve yönetim biçimi, ayakları yere basmayan, sağlam bir istinattan/dayanaktan yoksun olarak muallakta kalan bir düşünce, davranış ve siyaset biçimidir.
O yüzden, uzak geçmişini bilmeyen, yakın geçmişteki zulümlerini kutsayan CHP kadroları ve o veya benzeri partilerdeki sosyalist, ulusalcı, Batıcı kadrolar, bu milleti ne anlayabilir, ne de onun hayrına bir iş yapabilirler.
Şimdi başörtüsü serbestliğinde olduğu gibi saçma sapan davranışları gördüğümüzde zaman zaman onlar için “umutsuz vaka” dediğimiz bu yüzdendir. Bunlar tam bir “başımızın püsküllü belalarıdır.” Satsan satılmaz, atsan atılmaz. Akif bunlar hakkında diyordu:
“Şark'a bakmaz Garb'i bilmez, görgüden yok vayesi;
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi!”
Mehmet Akif, sadece içinde bulunduğu zaman ve mekanın değil, belki bütün bir İslam tarihinin uyanık bir zihnidir, hafızasıdır, dilidir, mücadelesidir. Yaşadığı dünyayı ve içinde bulunduğu çağı çok iyi tahlil etmiş, onun eksik ve gediklerini, çürümüş yanlarını iyi teşhis ederek din, akide, iman, irfan, vicdan, ilim eksenli önemli reçeteler sunmuştur.
Bugün Mehmet Akif Ersoy’a ve düşünce dünyasına yabancı olanlar, “Safahat” nedir bilmeyenler, bin kere haçlı sürülerinin tekrar tekrar kurdukları pusuya düşmüş, kazdıkları karanlık kuyuda debelenip durmaktadırlar. Demek insan, imanını yitirince haysiyet ve izzetiyle birlikte kısmen de olsa, aklını ve mantığını da kaybetmektedir.
Bunu söylememin gerekçesi mi? İşte hadis: “Müslüman bir delikten iki kere sokulmaz.”
Şöyle bir bakınız lütfen etrafınıza, sayısız örneklerini görmeyecek misiniz?