Edebiyat, sanat ve insan(2)
Sanat edebiyat konusuna devam ediyoruz...
Edebiyatçının ve sanatçının, insan olarak, önce kendi varlığında özetlenen sanatla şiirselliği (evet, insan aslında şiirdir) fark etmesi, yani bütün hikmetleriyle kendini okuması, kavraması, insanda mükemmele ulaşan İlahî sanatı keşfetmesi lazım: Çünkü insan, bütün sanatları gölgeleyen muhteşem bir “sanat âbidesi”dir.
İnsan denen “ebedi abide”nin içine dercedilmiş muhteşem sanatın Saniini, yani sanatkârını inkâr etmek ise, insanın kendi kendisiyle birlikte bütün insanları ve bütün kâinatı inkâr etmesi demektir.
O zaman da sanat, sanat olmaktan çıkar, “abesle iştigal” haline gelir.
Sanatçılarımız bu noktada derinleşmek yerine, maalesef Batıyı taklide yönelmiştir: Dramımızın bamteli budur.
Oysa Batı farklı bir din, farklı bir tarih, farklı bir coğrafya, farklı bir kültür ve uygarlık... Batı, farklı bir dünya...
Bu dünyanın insana bakışı da, hayatı yorumlayışı da kendine göre... Meselâ İslâm tefekkürünün “yardımlaşma” olarak gördüğü hayat, Batı felsefesinde “mücadele”ye dönüşür. İslâm’ın “Eşref-i mahlukat” saydığı insan ise, Batı’da “Düşünen hayvan”dır: Darvin, insan ruhuna maymun postu giydiriyor!
Ve sanat dâhil, her şey bu çerçevede biçimleniyor. Biz de, sanat-edebiyat dâhil, her şeyimizle Avrupa’yı taklide çalışıyoruz.
Avrupa’yı taklit uğruna önce duygularımızdan koptuk, sonra insanımızdan ve tabii kısmen de imanımızdan koptuk. Derken, toplumumuzdan, kültürümüzden, tarihimizden, medeniyetimizden, sanatımızdan, hatta coğrafi mânâda toprağımızdan koptuk.
Taklitte varlık arama yanlışına sürüklendik!
Resimde taklit, heykelde taklit, müzikte taklit, romanda taklit, sinemada ve tiyatroda taklit... Taklitçilik bizi götüre götüre, Avrupa’nın sanatı da vahşileştirip müstehcenleştiren tek dünyalı ve menfaat eksenli anlayışına götürdü.
Oysa sanat bir ebediyet arayışıdır... Sanat, toplumun dinamiklerini hayata yansıtan güzellemedir...
Maksatsız hayat olmadığı gibi, maksatsız sanat da olmaz: Sanatın maksadı hayatı okumaktır. Sanatla birlikte hayatı da ıskaladık!
Yıllar tam bir kavram kargaşası içinde geçti. Sanat/edebiyat bu kavram kargaşasının ve “yeni” adına ithal edilen kaypaklıkların topluma çıkarılan faturasına dönüştü. Kendi değer ölçülerinden ve kendi insanından uzaklaştıkça güdükleşti, nihayet kırk yamalı bohçaya dönüşüp etkisini kaybetti...
Bu halimizle doğru düzgün edebiyat, aklı başında sanat yapılamazdı. Nitekim de yapılamıyor. Kimsede yeni bir Fuzuli olma cehdi yok! Neden derseniz, onun beslendiği değerler farklı...
Sanat/edebiyat iddiasında olanlar önce kendini, sonra insanını, ardından muhitini ve değerler manzumesini keşfetmeye çıkmalı...
Öncelikle kendisi “Ahsen-i takvim” sırrına yaklaşmalı.
İşte o zaman edebiyatta ve sanatta mükemmele yaklaşacağız!
Ancak o zaman hayatımızı sanat ve edebiyatla tatlandırmaya/renklendirmeye yeniden başlayacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.