Aliya, ey Aliya!..
Aliya İzetbegoviç’in adını 1992’de duymaya başlamıştık. Önceleri politik bir şahsiyet olarak tanıdık ama hemen aynı zamanlarda filozof kimliğiyle tanıdık. (1990’ların sonunda Azerbaycan’da Ebulfez Elçibey’i tanımıştık. O da çağın filozof devlet adamlarından biriydi.)
Hayatının büyük bir kısmını komünist Yugoslavya’da Tito komünizmi devrinde geçiren Aliya İzetbegoviç, bütün baskılara rağmen, dünyayı algılayacak bilgi birikimine sahip olmuş ve 20. yüzyılı bir filozof etkinliği ve berraklığı ile yorumlayabilmiştir.
İlk kitabı İslam Manifestosu yayınlandıktan sonra, çöken Yugoslavya’da Sırp-Hırvat egemenliğinin kumpaslarıyla 1983’te hapse atıldı ve 1988 yılında hapisten çıktı. HapisteykenDoğu ve Batı Arasında İslam adlı kitabını yazdı.
Aliya İzetbegoviç’in okuduğum ilk eseri, Doğu ve Batı Arasında İslam adlı kitabı idi. Bu kitabı okuduğumda, İslam’ı algılama derinliğim ve genişliğim daha da arttı; İslamla ilgili bilgilerim, tabiri caizse, daha da beşerîleşti.
Aliya İzetbegoviç, kitabında “Doğu” derken komünizmi; “Batı” derken de kapitalizmi kasd ediyor ve bu iki dünyevî ideolojinin arasında, daha doğrusu karşısında İslam’ın yerini anlatıyordu.
Doğu ve Batı, insanı sadece üreten bir sistem olarak görüyordu. Doğu ve Batı için, Üretiyorsan vardın; üretmiyorsan yoktun. Birisi, üretmeyi sömürmekle eşleştiriyor (kapitalizm); diğeri üretmekten ziyade paylaşmayı ve bireyi reddeden bir sistemi esas alıyordu (komünizm). Her iki sitem için, insan sadece mekanik bir varlık olarak kabul ediliyordu. İzetbegoviç, 20. yüzyıla damgasını vuran bu iki sistem arasında İslam’ı anlatırken, İslam’a göre insanın sadece “üreten varlık” olmadığını; manevi, psikolojik ve ruhî yapısının da olduğunu sistematik bir şekilde, maddeler halinde sıralıyordu.
Mesela, komünizm ve kapitalizm için insanın sağlıklı olması şarttı; çünkü ancak sağlıklı insanlar üretebilirdi. İslamiyet de insanda sağlığı öncelerdi ama sadece üretim için değil, insanî değerlerin toplumsallaşması ve imanî görevler için isterdi.
Komünizm ve kapitalizm, insanları fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda üretimde bulunma şekillerine göre kategorize ederdi ama İslamiyet camide insanları kategorize etmezdi.
Komünizm ve kapitalizm, çalışmak için sağlıklı, güçlü-kuvvetli insanlar isterdi ama İslam, camide sadece temiz insan isterdi.
Bunlara benzer örnekleri arttırmak mümkündür.
İzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam adlı eserinde, İslamiyetin düalistik boyutuna da dikkat çekmiştir.
İslamiyet, imanî yönüyle âhiret, hayat pratikleri yönüyle bu dünyaya matuf bir dindir. İzetbegoviç, İslamiyetin dünyevîlik ve uhrevîlik sıkı ilişkisini “düalizm” olarak açıklar.
Mesela, kelime-i şehadet getirerek Müslüman olmak, İslam toplumlarında ve özellikle Osmanlı’da, aynı zamanda ekonomik bir eylemdi. Çünkü, Müslüman olan bir kişi, gayr-ı Müslimlere uygulanan ek vergilerden muaf tutuluyordu.
İzetbegoviç, kelime-i şehadet örneğinde olduğu gibi, diğer ibadetlerin de dünyevî ve uhrevi yönlerini, pratik bir şekilde izah etmiştir.
Aliya’yı okurken, henüz Bosna savaşı bitmemişti. Kitabı okurken, uzaktan barut kokuları ve insanlığın Bosna’da öldüğü haberleri geliyordu. Avrupa’nın ortasında Müslüman Boşnaklar vahşice katlediliyor ve dünda sadece seyrediyordu. 1994’te savaş bittiğinde, bir sürü acı hikâyeyle 250 bin insan ölüyor ve bir milyon civarında göçe zorlanmış insan trajedisi yaşanıyordu.
Bilge Aliya olarak tanıdığımız Aliya İzetbegoviç, savaş zamanında iyi bir devlet adamı ve iyi bir politik stratejist olduğunu gösterdi.
Savaştan sonraki 9 yıl içinde, Bosna-Hersek’in meşruiyetini bütün dünyaya kabul ettiren bir devlet ve mücadeleler adamıdır Aliya.
Onu 19 Ekim 2003 günü ebediyete uğurladık.
Dünya 11 yıldır Aliya’sız dönüyor.
11 yıldır içimde bir hüzün, bir hüzün Süheylâ!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.