En Sevdiklerimiz En Büyük Engel ise… 7
Evet, bir önceki yazımızda Tevbe Suresi 24. Ayeti yazmış) ve açıklamaya çalışmıştık. Sonra da “Bu müthiş ayeti biraz daha açmamıza artık gerek var mıdır? Bence yok. Ama “mümkünse yapın” diyenler de olabilir. Onları da reddetmeyelim, yapalım, ama gelecek yazıda inşallah” demiştik. Şimdi işe başlayalım.
İsterseniz söze şöyle bir soruyla başlayalım: “Açıklamak istediğimiz o ayette sayılanlara bir daha bakar mısınız?”
“Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, zevceleriniz ve aşiretiniz, birlikte yaşadığınız, düşüp kalktığınız, ancak onlarla birlikte olursanız mutlu olacağınız aile fertleriniz, yakın veya uzak akrabalarınız, kazanıp biriktirdiğiniz mallarınız, yani bütün mal varlığınız ve kesat gitmesinden korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden meskenler, içlerinde yaşamak arzusunda bulunduğunuz evler, konaklar, köşkler, bahçeler, iller, obalar…”
Evet, bütün bunlar, tek tek bütün bu sayılanlar, hayatı rahat, zevkli ve keyifli yaşama yanında insan grupları arasında başlıca mutluluk, dostluk ve kaynaşma sebepleridir de. Savaşın ise öldürülme neticesinde bütün bu nimetlerin zevali ihtimali vardır. Öldürülmez de yaşasa bile yaralanma, acı çekme, sakat kalma, esir edilme yanında bir de bu sayılanlardan ayrılma gibi bir hicran ve elemli tarafı da vardır.
O yüzden savaş çok ciddi bir iştir ve karar vermeden evvel iyi düşünülmelidir. Ataların “iki ölç, bir biç” dediği nokta en çok da savaş kararında olmalıdır. Ne var ki gerekiyorsa, yani başka çare yoksa, bütün başvurular bittiyse, o zaman da canla başla savaşılmalı, sabır, sebat ve azim gösterilmelidir.
Evet, savaş insanları, muhterem babalardan, sevgili oğullardan, değerli kardeşlerden, güzelim eşlerden, topyekun hısım ve akrabadan, konu komşudan, eşten dosttan ve hemşerilerden mahrum edebilir, ayırabilir. Uğraşıp didinip kazanılan kıymetli mallardan edebilir, ticareti durdurabilir veya tamamen yok edebilir. Rahat döşeklerde yatmaya engeldir savaş.
Bu yüzden savaş sevilecek işlerden değildir. Bundan dolayı durup dururken savaş çıkarmak asla doğru bir durum değildir.
Fakat rahatı sevmenin de bir sınırı vardır. Bu sayılan nimetler insanoğlu açısından ne son gaye ve maksattır, ne de bir Müslüman için bir amaçtır. Hele de ebedi kurtuluşa hiç yeterli değildir.
Aslında cazip ve güzel olan bu sayılanlara sevgi göstermek, helal yollardan kazanıldığı ve Allah yoluna din için hizmete vesile kılındığı müddetçe güzeldir. Aksi takdirde, hadsiz hudutsuz bir sevgi gösterildiğinde, dine ters düşerek elde edildiğinde ve Allah yolunda hizmete engel teşkil edildiğinde, evet, işte o zaman da bunlar, birer büyük bela ve acıklı musibettirler.
Bu sayılanları Allah Teâlâ’nın ve Resulullah (sav) Efendimizin sevgisine tercih edecek derecede, hadsiz hudutsuz ve haksız bir şekilde sevenler, asla insanlıkta ve ahlâkta yükselemezler. Devlet ve medeniyet kuramazlar. Böyleleri asla adaleti ayakta tutan, hakkı ve hukuku gözeten bir yapıyı inşa edemezler. Canların, malların, ırzların korunmasını ihlal eder, zulüm ve haksızlıklara sebebiyet verirler. Sırf yaşamak ve zevklenmek hatırına her türlü bayağılığa ve çirkefliğe rıza gösterirler.
Böylesi insanlar, “biz de Müslümanız” deseler bile, gerektiği zaman Allah yolunda mücadele edemez, cihada gidemezler. Can ve mal, evlat ve iyal kaygısıyla her zillete, her alçaklığa boyun eğerler.
Onun içindir ki, bunlara şöyle deniliyor: “Eğer bütün bu sayılanlar size Allah ve Resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ise o halde bekleyiniz, ta ki, Allah'ın emri, yani acı azabı gelsin.”
Gelsin de size yapacağını yapsın, başınıza ne felaket verecekse versin. Yani azabıyla işinizi bitirsin, belasını başınıza musallat etsin. Ondan sonra ne haliniz varsa görün. O vakit kurtulmak ümidi var mıdır, yok mudur, kalın kafanıza rağmen anlarsınız.
Daha bundan sonra kurtuluş umudu var mıdır acaba?
Göreceğiz, ama gelecek yazıda inşallah.