Samimiyet Sorgulaması mı? 10
Evet, geçen yazımda lütfedip yazdıklarımı okuyan Müslüman kardeşlerime “naçiz şahsımı değil, yazımı eleştiriniz” anlamında bazı şeyler yazmış, üstü örtülü kimi eleştirilere cevaplar vermeye çalışmıştım. Şimdi de maalesef yine yazı yerine şahsımı eleştiren ve sırf bu yüzden bile haksız sayılabilecek olan bir eleştiriye cevap vermek istiyorum.
Bir kardeşimiz bizim ihlas ve samimiyetimizi sorgulamış, “cihattan bahsetmesi sırıtıyor” demiş.
Bu kişi beni ne derece tanır, bu bir su-i zan mıdır, kalbimi okumuş da mı biliyordur, onu bilemem. Hesabı kendine aittir. Eleştirisini ve gerekçesini aynen alıyorum: “Benim eleştirim doğrudan yazısıyla ilgiliydi. Çünkü cihaddan bahsediyordu. Ama hiç inandırıcı gelmedi. Belki söyledikleri doğrudur. Ama onun söylemesi sırıtıyor. Çünkü bugün cihadın önündeki en büyük engel; tarikatler ve yolunu bulmuş diğer cemaatlerdir.”
Çok açıktır ki, bir adamı meşrebinden dolayı ıskartaya çıkarmak doğru değildir. Hele de bizim gibi düşünmüyor diye aşağılamak, İslamî bir davranış biçimi hiç değildir. Belki haramdır, günahtır, vebaldir. Tasavvuf, tarikat ve cemaatler hakkında söyledikleri de hilaf-ı hakikattir ki bahse bile değmez.
Burada anahtar kelime “sırıtıyor” sözüdür. “Sırıtma” hakikatte “pis pis gülme” ise de, deyim olarak “samimiyetsiz olma”, “sözü işine arasında ters düşme” anlamında olumsuzluk ifade eden bir “aşağılama” ifadesidir. Nitekim yorumcu bunun gerekçesini de yazmış, tekrar etmeyelim şimdi.
Biraz üzerinde düşündüm. Bu “ihlas ve samimiyetimizi sorgulama” işi ona düşer mi? Beni tanır mı mesela? Sırf tasavvuf ve tarikatlara olumlu bakmak, aşağılanmak için yeter midir? Bu kardeşimiz tasavvuf ve tarikat büyüğü bu kadar evliyayı da aşağılıyor mu acaba? Nakşiliğin, kadiriliğin, şazeliliğn, rıfailiğin pîrânını, müridânını, dervişanını, yârânını da aşağılıyor mu acaba? Allah Teâlâ’nın “Ey İnsanoğlu! Benim dostum olan bir velime düşmanlık eden kimse, bana savaş ilan etmiş olur” (Buharî) sözünden haberi var mıdır? Varsa ne cür’et, yoksa ne cehalet?!
Ona düşmez ama bana düşer. O ve benzeri kardeşlerimiz iyi bilsinler ki, fakir kendimi ihlas ve samimiyet husunda onlardan daha çok sorguluyor, hesaba çekiyorum. “Acaba” diyorum, “bu sözlü veya yazılı irşat ve tebliğ faaliyetlerinde maksadım sadece Allah Teâlâ’dır ve talebim dahi ancak O’nun rızasını tahsil midir? Yoksa insanlar beni sevsin, saysın, övsün, yardım etsin, şan ve şöhretim artsın, namım yürüsün için midir?” Eğer ilki ise Allah ayırmasın o niyetten ve samimiyetten. İkincisi ise yandık demektir. Eli boş olarak atılacağızdır cehenneme…
“Allanumme ecirnâ mine’n nâr”
Ben kendimi temize çıkarmaya şu ayetten dolayı haya ederim: “Vela tüzekkû enfüsekum/ Kendinizi temize çıkarmayınız.”
Ben de ara ara kalbime dönüp soruyorum, “hizmete devam et, ihlas ve samimiyet için de uyanık ol, Allah’a dua et, yalvar yakar, amana düş ki seni korusun” diyor. Nefsime soruyorum, “şaibe var, etme. Çekil bir kenara, kendini kurtar” diyor.
Ama bilmiyorum, belki de nefis şeytan ile iş birliği yaparak güya iyiliğimi ister gibi hayra mani olmaya çalışıyor. Öyleyse ne yapmalıyım?
İşte burada ahlak ve tasavvuf ilmi imdadıma yetişiyor ve diyor ki “kalbini koru, ihlasa niyet ile hizmete devam et, nefsinin vesvesesine aldırma”.
Öyleyse yapacağız elbette. Fakat yine de merak edenler varsa, gelecek yazımızı bekleyecekler demektir.