Cumhurbaşkanı’nın uçağı, Savarona’nın bacası
Sayın Cumhurbaşkanımıza tahsis edilen uçak, 436 milyona mal olmuş...
Bu yüksek fiyatla, dünya liderlerine tahsis edilen uçakların yedinci sırasında yer alıyormuş (onun üzerinde altı uçak daha var)...
Ayrıca, yeni Cumhurbaşkanlığı Köşkü (saray diyorlar) 1. 3 milyar liraya mal olmuş...
Sayın Erdoğan “lüks yaşıyor”muş yani... Hatta bu konuda CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Meclis başkanlığına sunduğu tek soruluk önergesinde, “Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı, Türkiye’ye kaça mal olmuştur?” diye de sormuş.
Önerge beni gülümsetti. Kafamda şöyle bir soru oluştu: “27 yıllık kesintisiz ve muhalefetsiz iktidarında hiçbir kalıcı yatırım yapmadan devlet makamlarını işgal eden CHP, acaba Türkiye’ye kaça mal oldu?” Geçelim...
Başka bir tuhaflık daha: Sözcü Gazetesi, muhalefet etme uğruna, 6 Kasım 2014 tarihli nüshasına, “İsraf etmeyiniz” mealindeki bir ayeti manşet yaptı...“Âyet sizi bağlar mıydı?” diye sormayacağım, herkesin inancı kendine. Ben bu tuhaflığı da hiç yadırgamadığımı belirtmekle yetineceğim...
Vaktiyle camileri ahır yapan, çok yakın bir tarihe kadar üniversitelerde açılan mescitleri diline dolayıp “irtica hortladı, laiklik elden gidiyor!” nutukları atan CHP’nin Genel Merkezi’nde bile mescit açılabiliyorsa (bugünkü gazeteler), Sözcü’nün ayet mealini manşete çekmesi yadırganmamalıdır!..
Malum: Muhalefet uğruna her yol mübah! Öte yandan “Yeni Türkiye” işte budur: Sözcü, âyet mealli manşetle çıkar, CHP mescit yapar! Bugünün Türkiye’si böyle bir noktada yani... Türkiye’yi bu noktaya getirmek de Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a nasip oldu. Alkışlanacak bir değişim!..
Konumuza dönelim... İlk soru şu: Başkanların, cumhurbaşkanlarının saraylarda oturması, lüks otomobile ve uçağa binmesi, memleketi temsil işlevinin gereği midir, yoksa kişisel gösteriş tutkusunun eseri mi?..
Bence temsil işlevinin gereğidir. “Ye kürküm ye” devrinde döküntü uçağa binen, harabe evde oturan bir cumhurbaşkanının yönettiği ülkeyi kimse ciddiye almaz. Yani “kişisel tutku” ile “temsil görevi”nin zorunluluğunu ayırmak gerekiyor. Ayırmazsanız, “Atatürk çarpar”!
Zira giydiği elbisenin kumaşını bile İngiltere’den getirtirdi. Kendi döneminin en lüks giyinen lideriydi. Üstelik halktan toplanan 4 bin 500 liraya Kasapyan Köşkü’nü (Çankaya Köşkü) aldırmış, hayatının bir bölümünü de Dolmabahçe Sarayı’nın en görkemli dairesinde geçirmişti.
Ha bir de, o zamanki parayla Ankara kasabasını tümden satın alabilecek kadar büyük bir meblağa (altı milyon dolar) satın aldırdığı Savarona Yatı var: Maaşı da bugünkü Cumhurbaşkanı’nın maaşından kat be kat yüksekti ve dünyanın en zenginleri arasında yer alıyordu.
Sözcü Gazetesi o zamanlarda yayınlansaydı, yine “Bu kadar paraya neler yapılabilir?” diye karşılaştırma yapabilir, “İsraf edenleri Allah sevmez” manşetiyle çıkabilir miydi? Üstelik millet yoksul, devlet yoksuldu: Anadolu’da yol, su, elektrik, yol, hastane, okul, yurt yoktu.
Buna rağmen kimse gıkını çıkaramadı. Tam tersine, “Yakışır Paşamıza”, “Halâskârımıza az bile” türünden yazılar yazıldı.
Kaldı ki, Atatürk, onları mezara da götürmedi, Savarona’yı sonraki Cumhurbaşkanı İsmet Paşa’ya bıraktı. Çankaya Köşkü, Florya Deniz Köşkü ve Dolmabahçe Sarayı da zaten oldukları yerde duruyor.
Güya Savarona’yı anlatacaktık, çarnaçar yarına kaldı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.