Niçin Düşmana Dostluk? 17
Önceki birkaç yazımızda Müslümanları kafirlerin dostluk ve velayetinden sakındıran, onları taklit ile ittibayı yasaklayan ayetlerden bahsetmiş, aksi takdirde bunun insanı imandan sonra küfre düşürebileceğini yine ayetlerden deliller getirerek yazmıştık. Şu ayeti izninizle tekrar hatırlatayım:
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” (Maide 51.)
Peki ama doğrudan Allah Teâlâ’nın tarafından yapılan bu kadar tehdit ve tahzirden sonra bir Müslüman hâlâ ne diye kafirleri dost ve veli edinir, yönetimlerine teslim olur? İmanı kaybetmek, küfre düşmek, cehennemi boylamak az tehdit midir? İnsan bundan hazer edip sakınmaz da daha neden korkup sakınır?
Kısaca söylersek iki şeyden:
1- İman zayıflığı. Bu da Allah Teala’yı tam bilememekten, güç ve kuvvetine güvenememekten kaynaklanıyor.
2- Gelecekteki olası tehlikelerden sakınıyor ve güya bir güce yaslayarak kendisini garantiye alıyor.
Dün asr-ı saadette bu ayet-i kerimeyi kale almayan münafıkların gerekçeleri ile son asırda ve hatta bugün bile Batıyı taklit edenlerin gerekçeleri nerdeyse aynıdır. İsterseniz yakından görelim.
Yukarıdaki ayetler inince Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanlardan olan dostlarını terk ettiler. Madem Allah Teâlâ’nın emri vardır, bunun alternatifi olamaz. Muhayyerliği olamaz, estek kerestek gibi bahaneler ileri sürülemez. Allah Teâlâ’nın emri varsa, lamı cimi yok, o iş orda bitmiştir. Neye mal olursa olsun, o yapılacaktır. Zaten hayırdan başkaya da mal olmaz. Bu da Allah Teâlâ’nın ilmine, hikmetine bir güvendir.
Ama ya münafıklar? Allah Teâlâ’ya imanda zan ve tereddüt içinde olanlar? Onun gücüne kuvvetine güvenemeyen, teslim olamayan, tevekkül ile tefviz-i ümur edemeyenler? Onlar ne yaptılar?
Arkadan gelen ayet onu açıklıyor: “Kalblerinde hastalık bulunan münafıkların: “Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz" diyerek, onların arasına koşuştuklarını görürsün.
Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder veya katından bir emir (iş) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.”(Maide 52.)
Adamlar akıllı canım. Tedbirlidirler yani. Gelecek ne getirir bilinmez ki! Hazır dosttan neden alakayı keserek gücünden mahrum olalım? Şurda yedek dursunlar yani…
Elmalılı ve başkalarının tefsirlerinde yazar ki; rivayete göre bu âyet, Benî Nadîr ve Benî Kureyza Yahudileri arasındaki adam öldürme olayından dolayı Peygamberimizden hüküm talep etmeleri ve Peygamberimiz tarafından musavat (eşitlik) ile hükmedilmesi üzerine Benî Nadir'in bu eşitlik hükmüne razı olmayarak cahiliye âdeti üzere üstünlük sevdasında bulunmaları sebebiyle nazil olmuştur.
Bu sebebe göre, Yahudilerin İslâm yoluna, Muhammed Aleyhiselâm'ın hükmüne iman ve ittiba etmemekle yalnız Kur'ân'a ve Muhammed Aleyhisselâm'a değil, aynı zamanda kendi dinleri ve kitapları olduğunu iddia ettikleri Tevrat'ı ve Musa şeriatını da tanımayıp mutlak ilâhî hükmü inkâr ederek cahiliye hükümleri peşinde koşmak istediklerini beyan ve isbat etmektedirler.
Böyle olunca hem iman iddialarına rağmen küfür, hem ilim ve şeref iddialarına rağmen cehalet, bozgunculuk ve azabı hak etmekle cezalandırılmışlardır.
Ayetin iniş sebebinin özelliğiyle beraber mefhumun genelliğine göre bu hükmün yalnız Yahudilere mahsus olmayıp Hıristiyan ve diğerleri hakkında da böyle olduğunu ve dolayısıyla İslâm şeriatının, umumun şeriatı ve herkesin yolu olup, bunu tanımayan Yahudi ve Hıristiyanların, kendi din ve şeriatlarını da tanımamış olacaklarını anlatmıştır.
Hem bu şekilde Müslümanların ümmetler arası vazifelerindeki genişliğin önemini de göstermiştir.
Bu rivayet bize dinde ve imanda samimi olma dersi veriyor. Ama asıl ders ikinci rivayette. Onu da öbür yazıda görelim inşallah.