Münafıkları da Dost Edinmek Haramdır 18
Devam edelim ve bize “dinde samimi olma” dersi veren rivayetten sonra gelelim asıl dersimizi öğreten ikinci rivayette.
İkinci rivayete göre o çirkin sözü münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy söylemiştir. Benî Kureyza yahudileri Peygambere karşı bir savaş durumu aldıkları zaman sahabeden Ubâde b. Sâmit (r.a.):
"Benim bu Yahudilerden pek çok dostum var, fakat ben bunların dostluklarından Allah'a ve Resulüne sığınıyor, Allah ve Resulüne dostluk ediyorum" demişti.
Abdullah b. Übeyy de: "Ben öyle bir adamım ki felaketlerden korkarım, dostlarımdan vazgeçemem" demişt. hakkında bu âyetler nazil olmuştur.
İşte münafık psikolojisi… Allah Teâlâ’ya imanı tam değil ki, güveni tam olsun. Ona güvenemeyince, kendini zor zamanlarda güvenceye alacak dostlar arıyor. Bulabilir mi? Nerde? O gün gelince babasının damını görür! Bakınadursun etrafına meyus gözlerle, bakalım dost var mıymış, yok muymuş çevresinde?
Her neyse, bu rivayete göre ayet şu manaya gelir:
“Şimdi ey Resulüm, kalblerinde (manevi nifak) hastalığı olanları, mesela onlardan olan İbni Übeyy ve benzeri münafıkları görürsün ki, Allah Teâlâ’nın emrini dinlemez ve Yahudi ile Hıristiyanlar içinde var olan dostlarını terk edemezler. Dostluk ve yardımları konusunda hızla onlara koşarlar ve buna mazeret olarak da “gelecek ne getirir ne götürür belli olmaz, Korkarız ki devir aleyhimize döner, başımıza bir felaket gelir. O vakit onlardan faydalanmak için biz bu dostlarımızı terk edemeyiz” derler” .
İşte böyledir bunlar!
Ayetleri ciddiye almazlar. Ayetlerin bir etkisi yoktur hayatlarında. Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını kale almadan yaşarlar. Yani din dışı, laik, seküler yaşarlar. Bunlar, ahireti de hesaba almazlar. Çünkü inanmazlar. “İnandık” deseler de inanma, çünkü bunda da ciddi değillerdir. Zira inanmaları ile inanmamaları arasında bir fark, hayatlarında bir değişiklik yoktur.
Sonra bunlar İslam’ın zaferine de inanmazlar. Dolayısıyla hakkın üstün gelmesine, İslâm’ın yükselmesine de inanmazlar. Bu yüzden ona bel bağlamazlar. Ne Allah Teâlâ’ya, ne de Müslümanlara asla güvenip de bel bağlamazlar.
Tam tersine “ya bir devrim oluverir, bir savaş çıkabilir, bir baskına uğranabilir, bir krize girilebilir de güç kuvvet ve devlet kâfirlere geçerse, halimiz nice olur?” diye düşünür dururlar. Hep korku içinde yaşarlar. Ve öyle bir hale düştüklerinde, kendilerinden istifade edebileceğini ümit ettikleri kafirlerin dostluğunu, Allah Teâlâ istese de ihtiyaten terk etmezler.
Ne dersiniz, özürleri mi büyük, kabahatleri mi?
Ya bir de bu kadar halt yemeden sonra dönüp Müslümanlara minnet etmezler mi? “Korkmayınız, o zaman sizi de korur kollarız.”
Görüyorsunuz değil mi, ne pişkin bir kafirdirler şu münafıklar?
Güya akıllıca bir ihtiyatta bulunuyorlar da zor zamanlarda Müslümanlara yardım ediyorlar! Ve daha etmeden de minnet ve başa kakmadan da edemiyorlar…
Halbuki hem Resulullah'ı, hem de Müslümanları ellerinden gelse bir kaşık suda boğarlar. Yahu İslâm dininin gerçekliğinden şüphe edenler bunlar değil mi idi? Ve sırf bu yüzden düşmanlarla işbirliği yapanlar yine bunlar değiller mi idi?
Evet, bunlardı ve kendilerince bir kurnazlık daha sergiliyorlardı. O da olası bir Müslümanların zaferinde “biz zaten sizdendik, sorun yok. Ama onlar galip gelseydi biz sizi koruyacaktık, ama gerek kalmadı” diyecek ve bir minnet daha edecekler. Ne şeytan adamlardır bu yüzsüz münafıklar!..
Fakat ummadıkları o Müslümanların zaferini görecekler ve Allah Teâlâ’nın emirlerini dinlememenin zilletini yaşayacaklardır. Çünkü zafer inananlarındır.
Hepsi bu kadar mı?
Değil elbette, hepsini bugün yazacak değiliz ya!