Din Allah için Sevmek Ve Sevmemektir 20
Evet, “Dini Allah için sevmek, Allah için sevmemek ve buğzetmekten başka bir şey değildir.”
Evet, aynen öyledir. Hak etmek şöyle dursun, kınanması, ayıplanması, hatta cezalandırılması gereken birisine şirin görünmenin, sempatik davranmanın, sevgi saçmanın anlamı yok, zararı vardır.
Çünkü her şey gibi sevgiyi de yerine koymak lazımdır. Değilse, zulüm olur. Malum zulüm, bir şeyi yerine koymamaktır. Dolayısıyla kınama, buğzetme, reddetme yerine hoşgörüyü, sevgiyi ve kabulü koyarsanız, hain olursunuz. Bile bile dine ihanet etmiş olursunuz. Bu ise hem Allah’a, hem Resulullah’a, hem kendine ve hem de yüklendiği emanetlere ihanet etmektir.
Herkes tarafından sevilen insan, münafıktır. Hz. Resulden daha güzel, daha iyi, daha örnek bir insan olamazken, onu dahi sevenler kadar sevmeyenler de vardır. Eğer kötüyü, haksızı, zalimi sevmediğini elinle gösteremiyorsan bari dilinle göster. Ona da gücün yetmiyorsa kalbinle buğzet. Yani surat as. İlgi gösterme. Yüzüne gülme. Destek verme. İlişkiyi kes. Yok bunu da yapamıyorsan, yağcılık, dalkavukluk, riyakarlık, münafıklık yapacağına evinde otur, daha iyidir. Yoksa, manen mahvolursun.
Evet, ölçü imandır. Kendi içinde mertebeleri dikkate alarak imanı ve mü’mini sevecek, küfür ve kafiri sevmeyeceksin. Müslümanı sevip tercih edeceksin, kafiri de ya kibarca dine davet edeceksin, ya da terk edeceksin. Hidayet ile dalaletin ortası olmaz. Biraz ondan, biraz bundan olmaz. Din omlet değildir! Dünyevî muameleler başka, o yasal çerçevede devam edebilir.
Müslümanlar birbirlerinin kardeşleridir, dostlarıdır, velileridir, yardımcısı ve koruyucusudur. Irkı, dili, rengi, bölgesi, cinsi ne olursa olsun, farketmez. Kafirler de birbirleri için böyle olur veya olmazlar, bizi ilgilendirmez. Ama biliyoruz ki, “küfür tek millettir.”
Müslüman, ister en yakını olsun, ister yedi kat yabancı, hiç farketmez, kafiri sevemez, destekleyemez, kardeşleri aleyhine onlara güç veremez. Kim dünyayı ahirete tercih ediyorsa, onunla bir işi yoktur Müslümanın.
Bu yasağın neticelerini şöylece sıralayabiliriz: Kafirleri ve müşrikleri Allah için sevmemek, dost, yardımcı, önder, lider, yönetici edinmemek, dini yayma ve İslam’ı tebliğ etme, ilim öğrenme, ticaret gibi dinî ve dünyevi bir menfaat söz konusu olmadığı sürece kafirlerle görüşmemek, yeme, içme, giyim, kuşam gibi dünyevi işlerde onlara benzememek, bayram ve törenlerine saygı duyarak katılmamak, kanunlarına ve hakimliğine müracaat etmemek, emir ve yasaklarına uymamak, devlet başkanı ve hakimlik gibi kimi önemli makamlara idareci olarak seçmemek.
Kim bu ilkelere tutunursa şirk ve küfür bataklığına düşmekten Allah Teâlâ’nın izniyle kurtulur. Kim de bunlara tutunamazsa şirk ve küfür bataklığına düşmekten ve rezil ve rüsvay olmaktan kendisini koruyamaz. Bir zamanlar adı sanı “büyük hoca”, “büyük ilahiyatçı” olan nice zevatın şimdi Müslümanların katında bir papaz kadar kıymet ve seyrinin olmaması bundan değil midir?
Abdullah bin Ömer radıyallahu anhüma buyurur: “Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceyi ibadetle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda infak etsem ve bu hal üzere ölsem, fakat gönlümde Allah'a itaat edenlere karşı bir sevgi, isyan edenlere karşı da nefret duygusu olmasa, bütün bu yaptıklarımdan bir faide göremem.”
İbn Mes'ud radıyallahu anh buyurur: "Kişi Kabe'de rükün ile makam arasında yetmiş sene ibadet etse de yine sevdikleri ile haşrolunacaktır.”
Allah Teâlâ’nın buyruğu açıktır:
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa onun artık Allah ile bir ilişiği kalmaz.” (Âl-i İmrân 28.)
“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz ?” (Nisâ 144. )
Bütün bu ayetler şunu ifade eder ki Allah Teala mü'min kullarını, iman edenleri bırakıp da kâfirleri dost edinmekten, onlara sır verip can ciğer olmaktan, mü’minlerin gizli hallerini onlara açmaktan şiddetle yasaklıyor.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur ; “İman kulplarının en sağlamı Allah uğrunda dostluk kurmak, Allah uğrunda düşmanlık etmek, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.” (Elbanî, Silsiletü’l Ehadisi’s Sahiha, 998)
“Kim Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir ve Allah için engel olursa imanını kemale erdirmiş olur.” (Ebu Davud, 4681)
Resûli Ekrem efendimiz buyurdular: (Ebu Hureyre radıyallahu anhdan):
- "Arş'ı Azam'ın etrafında nurdan kürsüler vardır. Bu kürsülere öyle kimseler oturacak ki, elbiseleri ve yüzleri nur gibi parlayacakdır. Bunlar peygamber de değil şehidler de değillerdir. Fakat peygamberler ve şehidler onlara gıbta edecektir."
Resûli ekrem efendimize, “bunlar kimlerdir?” diye sorulunca, buyurdular:
- "Onlar Allah için birbirlerini sevenler, Allah için buluşup oturanlar ve Allah için birbirini ziyaret edenlerdir." (Nesei'den)
Bizim kültürümüzde “feraset” ve “Furkan” olarak kullanılan “doğru bakış açısının” kotları Kur’an ve sünnetle çerçevelenmiştir. Beslendiği kaynaklar bunlar değilse, isterse Müslümanların arasında yaşasın, bir insan nerden “feraset” ehli olacak da hak ile batılı ayıran “furkana” erecektir?
Evet, belki çok uzattık ama sonuna geldik. Toplasanız küçük bir kitapçık olabilecek bu yazıları okuyanlar için değmiştir inşallah. Çünkü “Batılılaşma” ve “laiklik” gibi küfür kavramlarının hakim olduğu, hilafetin ve şeriatın kaldırıldığı, Kur’an ve sünnetin bilinmez olduğu, Müslümanların ecnebi fikir ve ilkelerle bölünüp parçalandığı, imanın tadının kaybolduğu için kimsenin kimseyi sevemediği ve güvenemediği böylesine zifiri karanlık bir devirde onlara bir ışık, bir meşale, bir ilke, bir sığınak, bir barınak, bir enerji kaynağı, bir güç ve kuvvet olur inşallah. Bakarsın birisi “Allah razı olsun” der, o da icabet saatine denk gelir de kabul olur inşallah.
Ey dostlar!
Bu karanlıklar içinden çıkış ancak sağlam bir iman, salih bir amel, ihlas ve samimiyetle kardeşlik ve bu muhabbetle mümkün olur.
Gelin safımızda sağlam duralım, onurumuzla dik duralım, kararlılığımızla dostu sevindirip düşmanı korkutarak zafere doğru ilk adımımızı atalım inşallah!..
Son.