Aileyi koruyalım derken yıkıyoruz
Aileyi korumak adına batı yakası reçetesine uygun olarak alınan tedbirler iklim değişikliği nedeniyle bahar yerine kışı getiriyor... Bu tedbirler yetersiz, gereksiz...
Son zamanlarda aile cinayetlerinin hayli çoğaldığını görmüyor musunuz?
Bir önceki bakan Fatma Şahin bacımız nerden bulup getirmişse.
Kadının ayağına birtakım cihazlar takarak, babayı alan kodu mesafesinde evden uzaklaştırarak bozulan, dökülen, kırılan aile tamir edilir mi?
Aksine, içinden çıkılmaz hale geliyor.
Ne hikmetse...
Kadını korumak için ruh dünyasına bakmıyoruz da ayakları ile bileklerine bakıyoruz.
Hele de Sığınma Evleri...
İyi niyetle kurulmuş olsalar da uygulamada bu evlerin bir başka polisiye sorunları çıkıyor karşımıza. Yani buralara dadanan kadın ticareti yapan örgütler...
Evden dışarısı sokak değil mi?
Sokağa ittiğinizi sokak kapacaktır.
Sürüden ayrılanı kurt kapmıyor mu?
Kapitalist yapılanmanın en geçerli sektörü kadın ve çocuk ticaretidir.
Ardından uyuşturucu gelir...
Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü verilerine göre 2012 tarihi itibari ile cinsel istismara uğrayan çocuk sayısı 33.992, cinsel taciz 25.472, reşit olmayanla cinsel ilişki 14.164.
Aile düzenine karşı işlenen suç sayısı 32.465.
Çocuk ağır ceza mahkemelerinde mahkûm edilen 32.294.
Aile yapılanmasında çıban başı haline gelen bu yaraları ne ile tedavi edeceğiz?
Öncelikle annelik olayı eski kıymetinde değil. Fuhşun göbek adı çağdaş yaşam olunca bildiğimiz annelik ile liberalizmin anladığı annelik farklılaştı.
Artık doğuran taşa da anne diyorlar.
Müslümanın diyarında vagon halinde taşıyıcı anneler türedi.
Nikah ve de meşruluk ortamından uzaklaşan (halkın deyimi ile) başkasının piçini karnında taşıyarak anne olunuyormuş. Kendi haram, sütü haram...
Haram anne doğurdu, çocuk büyüdü, topluma karıştı...
Sosyolojik deyimle; piç toplum, melez toplum, soysuz toplum...
İşte buyurun... Yaşı seksenlerde....
Tek bir oğlu ile yaşıyordu...
Her akşam eve zil zurna sarhoş geldiği gibi ihtiyar annesi rakı masasını hazırlamazsa onu da eşek sudan gelinceye kadar dövüyordu. Bu anne canından bıkmıştı.
Oğlu içkiyi bıraksın diye çalmadığı kapı kalmamış. Sonuçta komşuların tasviyesi, “rakı şişesine çamaşır suyu kat tiksinir da belki içkiyi bırakır.”
O da öyle yapmıştı, rakı şişesine ozon suyunu katınca akşam sarhoş gelen oğlu şişeyi diktiği gibi sabah yatağında cansız bulundu. İşte bu ana, yaptığına mı yansın çektiğine mi?..
O yaşta tutuklu hali ile kendisini yargılarken ellerim ayaklarım titriyordu.
Bu tip aile facialarını yazsak sayfalar yetmez...
Altını çizmiş olalım, dışarıdan ithal edilen ne varsa insanımızı eğitmiyor, yamultuyor.
Eğitim deyince, iş bulmaya yönelik diplomalı cahil yetiştiriyoruz.
Okullarımızda Aile Eğitimi dersi yok.
Helal ne demek, haram ne demek kaç kişi biliyor?
Makinelerin kur’a diyerekten tayin etmiş olduğu kimi kendine hayrı olmayan öğretmenden hayır bekliyor bu ülke... Öğrencilerine sarkıntılık yapan öyleleri yargının ağında.
Sen eğit diye veriyorsun, o da sarkıntılık yapıyor...
Hele de çocuklarını dilendiren vicdansız anne babalar...
Elin gavuru başında ufak bir sıyrık var diye çocuğu annesinden kapıp alırken; bizim çocuklarımız caddelerde dilenci olarak yarınlara yetiştiriliyor.
Devlet de seyrediyor... Veya kadının ayak bileği ile meşgul oluyor.
Ey devlet, karısına şiddet uygulayan kocayı sokağa salıyorsun da, çocuk üzerinden duygusal sömürü yapan annenin kucağındaki masum çocuğu korumana neden almıyorsun?
Özellikle bu sahada ne huyumuz, ne suyumuz, ne halimiz belli.
Bindim yatıya, uydum Batıya!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.