Yolsuzluk ve Kayırmacılık
Yolsuzluk, kalkınmanın ve adil bir yaşamın önündeki en büyük engeldir. Hangi toplumda olursa olsun, bir ülkenin kalkınmasını yolsuzluk kadar yavaşlatan başka bir hastalık yoktur.
Yolsuzluk kimi zaman rüşvetle karşımıza çıkar, kimi zaman siyasi veya bireysel kayırmacılıkla… Teknik kriterlere göre verilmesi gereken işler ve kadrolar iş ile ilgisi olmayan özellikler nedeniyle dağıtılınca yapılması gereken işler ortada kalır, ekonomi verimli çalışamaz ve sistem içten içe çökmeye başlar…
Yolsuzluk, ne kadar gelişmiş olursa olsun, her devlette sorundur. Çünkü, bedelini ödeyerek ve emek harcayarak kazanmak yerine, kolay yoldan ve bedelsiz kazanımlar insanoğluna her zaman cazip gelmiştir.
Nitekim merkezi Paris'te bulunan ve Türkiye’nin de üye olduğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), uluslararası rüşvetin önemli bir kısmının zengin ve gelişmiş ülkelerin büyük şirketleri tarafından verildiğini ve büyük şirketlerin yöneticilerinin bundan haberdar olduğunu bildiriyor. OECD Raporu’na göre devlet başkanları ve bakanların ise en az yüzde 5'inin rüşvet aldığı kesin. Bu kadar üst düzey yetkililerin aldığı rüşvetin toplam rüşvet içindeki payı ise yüzde 11. Yine rapora göre kamu şirketlerinde çalışanlar rüşvetin yüzde 27'sini, gümrük çalışanları yüzde 11'ini, sağlık çalışanları yüzde 7'sini, savunma sanayisi çalışanları ise yüzde 6'sını alıyor.
Başka bir deyişle, yolsuzluk, rüşvet ve kayırma gibi hastalıklarla mücadele insanlık varolduğu sürece devam edecektir. Bu mücadeleyi bırakan geri düşer ve en nihayetinde içini kemiren hastalığın pençesinde çöker...
ESKİ BİR HASTALIK
Yolsuzluğun ve kayırmacılığın bizdeki geçmişine baktığımızda ise eski bir Osmanlı hastalığı olduğunu kolayca görebiliriz. Bizim tarih anlayışımızda geçmişin şanlı sayfalarıyla övünmek ancak sorunlarını görmezden gelmek vardır. Oysa ki detaylı bir inceleme Osmanlı'yı içten içe kemiren en önemli sorunun yolsuzluk, rüşvet ve kayırmacılık olduğu görülecektir...
Cumhuriyetin yolsuzluk karnesi ise en az Osmanlı'nınki kadar kötüdür... Büyük liderlerin iş başında olduğu dönemlerde dahi devlet, arka kapıdan soyulmuş, ülkenin geri kalmasında rüşvet, iltimas vs. türü hastalıkları baş sorumlular olmuştur…
Bazı durumlarda ise kendisini yeterince güçlü hissetmeyen siyasi hareketler “biraz da bizim arkadaşlarımız güçlensin” mantığıyla açtıkları kapıdan bir kez girip, bir daha da çıkamamışlar.
İttihat ve Terakki ise kayırmacılığı sadece dostlarını güçlendirmek için değil, ülkenin ihtiyacı saydıkları sermaye ve sanayici sınıfını kurmak için tercih etmişlerdir. Gayrimüslümlere karşı Müslüman zengin yaratma projesi Cumhuriyet'te de devam etmiş, ancak bu 'iyi niyetli' girişim zamanla devletin ekonomiye kayırmacı olarak girip, bir daha da çıkamamasıyla sonuçlanmıştır...
YOLSUZLUK VAR MI?
Bugün yolsuzluk var mı derseniz, “yok diyen aklını peynir ekmekle yemiştir" derim…İnsanın ve iktidarın olduğu yerde yolsuzluğun olmadığını söyleyen sadece kendisini kandırır.
Meseleye AK Parti açısından bakıldığında ise AK Parti, iktidara yolsuzlukları önlemek, iltimasa son vermek vs. iddialarıyla geldi... İktidara gelirken Türkiye siyasi ahlak açısından öylesine dip yapmıştı ki, parti temiz toplum ve temiz siyaset beklentisini çok iyi bir şekilde kullandı, toplumun bu konudaki açlığına cevap vermeyi başardı...
Aradan geçen 12 yıllık iktidar, siyaseti kar kapısı görenler için AK Parti’yi çekici bir adres haline getirdi... Nitekim geçtiğimiz günlerde İlahiyatçı-Yazar Hayrettin Karaman da aynı endişelere değindiği “Ak Parti’nin Ahlak İle İmtihanı” adlı yazısında 2 grup tehlikeli partiliden bahsediyordu:
“Bugün siyaset genellikle bir partiye intisap etmek suretiyle yapılmakta, partinin menfaat, ilke ve kuralları, partililer için bağlayıcı olmaktadır. İnsanlar yaşadıkları gibi düşünme eğiliminde olduklarından başlangıçta genel ilke ve değerlerle çatışan parti (partili) talepleri, mensuplarının vicdanlarını rahatsız ederken giderek bu rahatsızlık da ortadan kalkmakta, partililer tek tip haline gelmektedirler. İkinci grup ise daha baştan partiye intisap ederken, partinin çeşitli kademelerine sokulurken meşru olsun olmasın şahsi çıkar peşinde olanlardır… Bu gruba dahil olanlar ister bürokrat olsunlar ister başka bir yerde ve işte olsunlar kendileri gibi olanlarla işbirliği yaparak partiye ve ülkeye şu kötülükleri yapıyorlar: Parti teşkilatında, belediyede, bürokraside ve iş aleminde ehil, layık, faziletli kişilerin önünü bir şekilde tıkayıp kendi takımdaşlarını öne çıkarıyorlar.
Dindarlıkları gevşek olanlar helale harama bakmadan, dindarlıkları az çok etkili olanlar ise işi bir şekilde kitabına uydurarak ve partideki konumlarını kullanarak menfaat sağlıyorlar.”
Ben de tıpkı Karaman Hoca gibi AK Parti’de pek çok faziletli, erdemli insanın olduğunu ve tek gayelerinin ülkelerine hizmet etmek olduğunu biliyorum. Ne var ki Parti’nin kendisini savunma gayesiyle her türlü yolsuzluk ve kötü yönetim eleştirisini toptan bir saldırı olarak algılaması ve toplu savunmaya geçmesi hem parti için, hem de ülke için ölümcül hatalara yol açıyor...
Bunun en iyi örneğini 17 Aralık’tan sonra yaşadık. Birbiri ile ilgisiz pek çok gerçek o günden bugüne çarpışıyor, karıştırılıyor, bu arada olan ise demokrasiye ve temiz siyaset hayallerine oluyor...
En kötüsü AK Parti ve Hükümet, kendisini savunma mülahazasıyla en hayati yerinden kendi aleyhine zaaf oluşturuyor... Yolsuzluk içerikli saldırıları bertaraf edebilmek için "partide hiç yanlış olmadığı, hiç çürük elma olmadığı" savı, temiz ve erdemli insanları da gereksiz yere riske ediyor. Kolayca bertaraf edilebilecek şüpheler her geçen gün kuluçkalamaya bırakılıyor...
Hayrettin Karaman Hoca ile aynı gün Yeni Şafak’ta yazan Ali Bayramoğlu da aynı risklere ve hatalara değiniyor:
“Pek çok araştırma gösteriyor ki, toplum, muhafazakâr kesim dâhil yolsuzluklar karşısında duyarlıdır ve yolsuzluk dosyalarının tümüyle içi boş olduğunu düşünmemektedir. Ancak yolsuzlukları kullanan grubun yarattığı tehdit çok daha derin, belleğe değen bir şekilde varoluşsal olarak algılanmıştır.”
Hatırlayacaksınız, Başbakan Başdanışmanı Etyen Mahçupyan da katıldığı bir televizyon programında "insanların büyük çoğunluğunun yolsuzlukların olduğuna inandığını" belirtmiş ve “Parti seçmeninin de yarısı yolsuzluk yapıldığını düşünüyor. Bundan memnun da değiller” demişti...
Başka bir deyişle, 17 Aralık sonrasında Hükümet’e gösterilen teveccüh yolsuzluk iddialarının temize çıkmasından ziyade, Hükümet’e karşı olan gruplara dönük bir güvensizlik ve siyasetin alternatifsizliğinden kaynaklanmıştır. Anlayacağınız ortada çözülmemiş önemli bir sorun var ve toplum hala sorunun çözülmesini bekliyor... Bu nedenle, iddiaları sonuna kadar tartışmak ve yargı mekanizmalarını kamuoyunda şüpheye yer bırakmayacak şekilde çalıştırmak hala Hükümet’in sorumluluğundadır…
Eğer şüpheler giderilmezse, büyür ve itimatı çürütür. Bu dediğimiz akşamdan sabaha olmaz belki ancak inatçı bir hastalık gibi her geçen gün kötüleşir ve en nihayetinde erdemli, dürüst insanları da içine alacak şekilde siyaset ile toplumun bağlarını koparır... Zaten ülkemizde on yıllardır yaşadığımız en büyük sorun siyasete güven eksikliği değil midir?
Yolsuzluk ve kayırma her ülkede iktidarın ikizi gibidir. Bu nedenle “bizde olmaz” denemez… Bu konuya “bizde olmaz” diye yaklaşmak, her anlamda intihar anlamını taşır ve zamanında alınmayan önlemler dediğimiz gibi itimat kaybına ve zamana yayılmış ancak büyüyen zararlara yol açar.
FIRSAT
Her iktidar doğar, büyür, gelişir ve yaşlanır... Yaşlanma, yeniden diriliş projeleri uygulanmazsa, taze fikirler ve projeler bünyeye şırıngalanmazsa her siyasi hareket için kaçınılmazdır ve hareketin sonunu getiren bir aşamadır. Bu nedenle 2002'den bu yana iktidarda olan hareketin de kendisini yenilemesi ve 2015 sonrasına yeniden diriliş projeleriyle girmesi gerekir. Kalkınma projeleri mutlaka toplumları etkiler. Ancak asıl büyük projeler maddi olmaktan çok fikri ve manevi alandadır. İşte, temiz siyaset ve temiz toplum bu anlamda en iddialı proje olacaktır. Eğer bir siyasi hareket siyaseti ve toplumu daha erdemli, daha adil ve daha ahlaklı hale getirmeye baş koyarsa kendisini yeniden yenilemiş ve ülkenin geleceğinde yerini güçlendirmiş olur.
Bu açıdan bakıldığında, yolsuzluk, rüşvet ve kayırmacılık iddiaları bir fırsata da çevrilebilir. Bu iddiaları ister muhalefet, isterse iktidar kim sahiplenir ve üzerine giderse o kazanır. Hatta, iddiaların üzerine iktidar partisi gider ise çok daha fazla kazanır. Sonuç olarak tehdit sanılan bazı sorunların fırsat olabileceğini de hatırlatmak isteriz.
NE YAPMALI?
Yolsuzluğun önünün alınmasında yapılması gerekenlere gelecek olur isek, en önemli önlemin her işte objektif kriterler getirmek ve ona göre kişileri/kurumları yarıştırmak olduğu söylenebilir. Açık ihaleler, şeffaf işlemler, yasalara bağlanmış ön şartlar ve elbette bunları sadakat ve liyakatla yürütecek görevliler... Bu bağlamda memur atamalarında KPSS gibi sınavlar adaletin tesisinde ve kayırmacılığın engellenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu tür mekanizmaları daraltmak yerine daha da genişletmek gerekir. Türkiye, belli bir olgunluğa gelinceye kadar sınav sistemi kaçınılmaz bir çaredir.
Yolsuzlukların önlenmesinde hukuk devleti olmak ve her eylemde hukuka dayanmak bir diğer temel şarttır. Birileri suçlanacağı zaman veya ödüllendirileceği vakit atılacak her adım hukuki/yasal olmalıdır. Kişiler eylemlerinin hukuktaki karşılığının ne olduğunu eylemden önce bilmelidirler. Oysaki bizdeki mevzuata göre dünyanın en masum insanını büyük bir hırsız/yolsuz olarak gösterebilirsiniz, ya da tam tersi dünyanın en düzenbaz kişisi bu mevzuat ile her zaman aklanabilir veya ceza alsa da bu cezalardan kolayca kurtulabilir. Özellikle devlet memurları kendilerindne bekleneni, yetkilerinin sınırlarını, başarılı işler yaparlarsa mükafatlandırılacaklarını, aksi halde cezalandırılacaklarını, bu işlemlerde siyasi görüşlerinin, inançlarının, bir siyasiyi veya yöneticiyi sevip sevmemelerinin etkili olmayacağını kesin bir şekilde bilmelidirler.
Ekonomide ekonominin kuralları, siyasette siyasetin, eğitimde eğitimin, balıkçılıkta balıkçılığın, mühendislikte mühendisliğin kuralları işlemelidir. Birinin tanıdığı olmak, siyasi görüşleri farklı olmak işin gereklerinin önüne geçmemelidir. Emin olunuz, eğer bir siyasi hareket şu dediklerimizin gereklerini yerine getirirse tek yapması gereken arkasına yaslanıp Türkiye'nin potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu grurla seyretmek olacaktır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.