Bir hicret eri olarak Mevlana
Günümüz dünyası ile, Mevlânâ’nın doğum yılı olarak bilinen 1207’li yıllar arasında garip bir benzerlik var. Saygın, tanınmış, büyük bir bilgin ile bulunduğu ülkenin hükümdar ailesinden bir annenin çocuğu olarak göç yollarına düşen küçük Celâleddin’in yolculuk gerekçesi; günümüzdeki milyonlarca insanın dramı ile sanki örtüşüyor. O kadar güçlü bir ailenin, kendisine mensup olanlarla yollara düşüp; doğup büyüdükleri, sevenlerinin, öğrencilerinin, eş-dostunun bulunduğu bir diyarı terki kolay değil. çocuk yüreği ile bile düşünseniz bir müthiş yürek burulmasının boğazları tıkadığı hissedilecektir. Gözlere yürüyen yaşların, yürekle irtibatının en yüksek olduğu, hassas anlar yaşanacaktır. Zihinlerde derin izler bırakan ayrılık acısı içlere çökecektir. Artık somut mekân bile hüznün ortağıdır. Alimlerin liderinin Belh’ten uğurlandığı köprüye bundan sonra Ağlayan Köprü denilmesi her halde o anlayışın bir sonucu olmalıdır.. İnsan ömründen daha uzun yaşayan yerlere hüznün adını vererek yaşanan burukluğu, sonraki nesillere de hatırlatma, bilinme ihtiyacını paylaşmak..
Kültürümüzde, hicretin ayrı bir yeri ve anlamı vardır. Hicret yüceltilir. çünkü hicrete yüklenen anlam, o yüceliği çağrıştırmaktadır.
Zulümden aydınlığa, kötülükten iyiliğe göç.. Düşünüldüğünde, her babayiğidin harcı değildir.. Göze aldığınız bilinmezliklerle, terk etmek zorunda bulunduğunuz bilinenler sizi zorlar. Zorlar ki, zulme boyun eğip, kötülüğe göz yumup bulunduğunuz yerde kalasınız.. Tabi, İslâm Medeniyetinin yüklediği anlamda düşündüğünüzde, Allah’ın arzı elbette geniştir.. Eğer, değerlerinizi yaşayamıyorsanız, boyun büküp orada kalmanız niye?. Eğer zulmün karanlığı, karabasanlar gibi üstünüze çöküyorsa, kurşun yüklü havalardan yutmaya niçin devam edesiniz ki? Şeref ve haysiyet denilen erdemlerin, yerlerde sürünmeye başladığı bir ortamı düzeltemiyorsanız, niçin paylaşacaksınız?. Ne adına, yanlışın ortağı olmaya devam edeceksiniz ki? İşte onun için hicret bir erdem.. Kötülükten iyiliğe geçiş.. Tabii olmayandan fıtrata yönelme; baskıdan hürriyete çıkış arama.. Onun için hicret, sadece mekân olarak yer değiştirme değil.. Düşünce, ruh olarak da iklim değiştirme.. Daha ilerisi, ruh ve düşünce olarak doğru tercihte bulunup gereğini yerine getirme.. Onun için hicret yüceltilir.. Onun için hicret kadar önemli olan, göçü göze alanlara yardım etme bile, muhacirin üstünlüğünü geçemez. çünkü yardım, hicret eyleminin ardından gelmekte, o yüce davranışı ortaya koymanın aslını, gerekçesini oluşturmaktadır.
Acaba bu açıdan Mevlânâ’nın hayatına, bu anlamda göz atmak mümkün müdür? Hicret yollarının zorluklarını, aile boyu göze almanın takdiri yedi asır sonra yeniden yapılabilir mi? Günümüz ulaşım kolaylıklarıyla bile, gözleri yılmaktan geri koyamayacağınız uzunlukta bir güzergâhı, yol hayvanlarının sırtında kat etmenin çilesini; yüreğinizi dinleyerek çekeceksiniz.. üstelik gittiğiniz yerlerde, ağırlanacağınız yıldızı çok konaklar yok.. Davet edildiğiniz hükümdar, bey saraylarına rağbet etmeyerek, eğitim yuvalarını tercih ede ede yolları tüketeceksiniz.. Yani hicret yolunda da, hicret nedenleriniz, prensipleriniz hep önünüzde, gündeminizde olacak.. çünkü erdem, sizin tükettiğiniz bir soyut güç değil.. Temsil ettiğiniz, yaydığınız bir değer.. Beslendiğiniz kaynakların, somut âleme yansıma şekli..
“âlimin ölümü, âlemin ölümüdür” denilir. Tersine çevirin, âlime sahip çıkma, hürmet, onun işlerini kolaylaştırma nedir? Belh, Nişabur, Bağdat, Kûfe, Mekke-Medine, Şam, Malatya, Erzincan, Karaman derken; kadir bilir bir devlet başkanı Sultan Alâeddin, “Alimlerin Sultanı”na sahip çıkar. Artık genç Celâleddin ile babası, vefat eden anneyi Karaman’da bırakarak Konya’ya gelirler. Afganlıların, tespiti burada yerindedir. Yeni evli genç; Mevlânâ olacağı iklimi “Diyar-ı Rûm”da bulacaktır artık. Belh’te, sevenlerin aileyi uğurladıkları köprüye “Ağlayan Köprü” demeleri anlamlıdır. Asırlar sonrasına da hitap eden bir bilge, ebediyen elden kaçırılmış, Anadolu O’na sahip çıkmıştır. Konya’daki tahsisler nelerdir? Muhacirlerin konaklayacağı bir medrese köşesi, zengin-varlıklı, makam sahiplerinin ulaşamayacağı düzeyde bir itibar.. Bahaeddin Veled, Sultan huzurunun saygın kişisidir. Maddî zenginliği yoktur. Ama Bedreddin Gühertaş’a ‘oğullarım için bir medrese (fakülte) yap’ dediği zaman sözü iki edilmez..
Belh’e yaklaşan, o çağın Moğol istilâsı; Anadolu’da güller açmanın nedeni olmuştur. Günümüzdeki çağdaş Moğol istilâları, Belh’in de içinde bulunduğu Afgan diyarının, başka İslâm ülkelerinin yine talancısı durumundadır. Düşmanlık gösterme ve zenginliğin çapulu yönünden, dünkü putperest Moğollara taş çıkartacak düzeydeki bu yeni işgallerin muhacirleri kimlerdir; bilen sahip çıkanları var mıdır? Mevlânâ’nın doğumunun sekiz yüzüncü yılında yeryüzünde olanlar, mahiyet itibarı ile fazla farklı değil.. Yalnız zulme, ateşe, işgale karşı gönülleri sevgi bağları ile tutuşturacak gönül erleri ortalıkta gözükmüyor.. Mevlânâ’nın söyleminin ulaştığı yerlerde, işgalcilerin çocukları bile semâ yapma çabasına giriyorlar. Amerika, Mesnevî’nin en çok okunduğu, Almanya, Hollanda, Fransa, İsveç vb. ülkeler Mevlânâ öğretisine yönelen insanların çoğaldığı memleketler durumunda.
İşin daha özüne gidilirse aslında, çağımız insanı, Mevlânâ’nın şahsında geçmiş bilgeleri, gönül erlerini çıkaracak İslâm Medeniyetine muhtaç. Onun yüreklerde yeniden tutuşturacağı iyilik, sevgi, merhamet, yardım, güven, dürüstlük, doğruluk ateşinin arayışında. Yaratıcıyı bile kilise tekeline mahpus eden inhisarcı bir ortamın kararttığı kafalar, hicret edecek yer arıyor. Düşüncede, ruh ikliminde hicret yerlerinin onlara gösterilmesi gerek. Mevlânâ’nın sekiz asır sonra anılması keşke buna yeterince vesile yapılabilseydi..