Yolsuzluk mu, Hırsızlık mı? Kavramsal Bir Karşılaştırma
İlahiyatçı-yazar Hayrettin Karaman, 21 Aralık 2014 günü Yeni Şafak’ta çıkan yazısında“yolsuzluk başka, hırsızlık başkadır” başlığını seçmiş. Karaman Hoca’yı çocukluğumdan beri okurum… Gençlik yıllarımda kesip sakladığım yazıları da olmuştur. Ancak son 1 yıllık performansının beni şaşırttığını belirtmek isterim… Bir deniz feneri gibi etrafına doğru mesajlar vermesini beklediğim bir isim olmasına rağmen Karaman Hoca’nın feneri bazen anlayamadığım mesajlar veriyor, yolunu arayan gemilerin aklını karıştırıyor…
Karaman’ın yolsuzluk-hırsızlık karşılaştırması yaptığı o yazı da akıl karıştıran yazılarından biriydi… Yazıyı okuduğunuzda anlıyorsunuz ki Karaman Hoca birilerine ‘hırsız’ denilmesine çok alınıyor ve ‘hırsız’ kelimesi yerine ‘yolsuz’ denmesini salık veriyor… Doğrusunu isterseniz her yeri eğri olan bir gündemde Hoca’nın düzeltecek başka bir eğri bulamayıp da, “hırsız demeyin, yolsuz deyin” çabasını anlamakta güçlük çekiyorum.
Karaman, yazısının başında şu cümlelere yer veriyor:
“Muhalif siyasetçilerin hedefi, her vasıtayı kullanarak iktidarı düşürmek olursa gerekli gördüklerinde abartıyı, yalanı, iftirayı, kumpası… kullanırlar. Onlar, yolsuzluk yapan için bu kelimeyi kullanmak amaca hizmet etmezse daha yıpratıcı olan “hırsızlık” kelimesini kullanmakta sakınca görmezler.”
Yani Karaman diyor ki, muhalefet yolsuzluk iddialarını bile hırsızlık olarak yansıtarak ‘yolsuzluktan daha ağır bir suç olan hırsızlıkla’ iktidarı vurmaya çalışıyor…
Sayın Karaman’ın iki kavram arasındaki karşılaştırmasının özüne birazdan gireceğim, ancak kanaatimce asıl sorun yukarıda verdiğim ilk iki cümlede başlıyor. Yani Hayrettin Karaman bir din alimi olarak tanınmasına, İslam fıkhı konusunda otorite sayılmasına rağmen meseleye iktidar-muhalefet kavgasından giriyor… Başka bir ifade ile, kavramsal bir analizden öte niyetini bir tarafı kollamak olarak ortaya koyuyor… Oysa ki onun gibi kişilerden toplumun ve ilmin beklentisi siyaset üstü kalabilmeleri. Yani,Hayrettin Karaman ve benzeri hocaların işgal ettiği makamlar AK Parti’ye de, MHP’ye de, CHP’ye de, HDP’ye de, Saadet Partisi’ne de, diğer tüm siyasi hareket ve gruplara da eşit mesafede olmak zorundadır. Kişinin siyasi görüşü olması başkadır, yapmış olduğu işi bundan ayırabilmesi ise bambaşka. Dolayısıyla yazının girişinin yanlış iliklenen ilk düğme olduğunu düşünüyorum. Yazıya böyle başlanılınca sonuçta nereye ulaşırsanız ulaşın, verdiğiniz mesaj yanlış olabiliyor.
HELAL-HARAM
Hayrettin Hoca, yazısında hırsızlığın yolsuzluktan daha ağır bir suç olduğuna kanaat getirmiş… Hatta bu konuda hem dini, hem de seküler hukukun aynı kanaatte olduğunu öne sürmüş… Karaman, daha önce de rüşvet kavramı konusunda bir polemik başlatmıştı ve“parayı alan memur değilse rüşvet olmaz” gibi bir açıklama getirmişti…
Doğrusunu isterseniz, meseleye din açısından baktığımda benim aklıma gelen değerlendirme ‘birimi’ öncelikle ‘helal-haram’dır. Yani bir şey haram ise onu yiyemezsiniz, kullanamazsınız. Bunun hırsızlık, yolsuzluk veya rüşvetten gelmiş olmasının bir önemi yoktur. Başka bir tabir ile bir Müslüman ‘haram’a el süremez…
Diyelim ki dağın başında, dünyanın en zengin adamına ait binlerce hektarlık devasa bir bahçenin yanından geçiyorsunuz ve bu uçsuz bucaksız bahçeden bir elma alsanız hiç kimseye zararı olmaz, hatta hiç kimse bunu farketmez bile, çünkü elmaları toplayan yok, yerlere dökülüyor da sahibi dönüp yüzüne bakmıyor bile… İşte o bahçeden o elmayı bilerek ve isteyerek alırsanız ‘haram’a girmiş olursunuz. Hiç öyle trilyonlara, büyük rantlara gerek yok… Emeğiniz olmadan, sizin olmayan, izin almadığınız başkasına ait, küçücük bir malı alsanız dahi harama girmiş olursunuz…
Demem o ki bir eylemin hangi suç türüne girdiği üzerine fiyakalı tartışmalar yapmadan önce onun haram olup olmadığına bakılır. Bir şeyin haram olup olmadığı ise sizin onu meşru yollardan kazanıp kazanmadığınız veya sahibinden izin alıp almadığınız ile ilgilidir.
Devlet memurları/görevlileri ile ilgili haram dairesi ise sıradan insanlara göre çok daha dardır. Çünkü onlar kullandıkları yetkiyi kamudan ödünç almışlardır, geçici olarak kamunun gücünü ellerinde tutmaktadırlar. Yani, o yetkiyi, o zenginliği ve o gücü kendi malları gibi kullanamazlar, kendi mallarında helal sayılan hususlar dahi burada harama girebilir.
Örneğin bir devlet memuruna getirilen hediyenin helal mi, haram mı olacağı konusundaki kıstas bizzat dinin Peygamberi tarafından konulmuş ve memura görevi nedeniyle gelen hediyenin onun olamayacağı açıkça belirtilmiştir. Örnek verecek olur isek, zekât toplama görevini yerine getiren bir memur Medine’ye döndüğünde, “Ey Allah’ın Resulü! Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana verilen hediyelerdir” deyince Hz. Peygamberşöyle karşılık vermiştir:
“Tuhaf şey! Sen doğru sözlü bir adamsan söyle bakalım, ananın-babanın evinde otursaydın bu mallar sana hediye olarak verilir miydi? Bunu bir dene bakalım!”
Bir başka olayda da Hz. Peygamber şöyle emretmiştir:
“Ey insanlar, sizden kimi bir iş için tayin ettiğimizde o bizden bir iğneyi veya iğneden daha kıymetli bir şeyi gizleyecek olsa bu bir gulüldür, yani hıyanettir ve kıyamet günü onunla Allah huzuruna gelecektir.”
Buradan da anlıyoruz ki, memurun işi gerçekten zordur… Bu nedenle İslam’ın ilk yıllarında pek çok kişi memur olmak istememiş, olanlar ise kılı kırk yarmış, hatta memuriyette iken maddi açıdan zor durumda kalmıştır…
Bu hususta en çarpıcı örnek ise Halife Hz. Ömer’dir… Hz. Ömer, şahsi yazışmalarında devletin mumunu söndürüp, kendi mumunu yakacak kadar ileri gitmiştir. Hatta sahabeden bazıları sokaktan geçen bekçinin fenerinden gelen ışıktan yararlanmanın helal olup olmadığını dahi tartışıp, şüphe üzerine bu yola dahi gitmemişlerdir…
Özetle, buradaki en önemli kıstas bir kazancın haram veya helal olmasıdır… İslam’ın suç ölçümündeki en önemli değerlendirme birimi budur… Bu nedenle Sayın Karaman da dâhil olmak üzere, tüm İslam âlimlerine düşen bir eylemin rüşvet, hırsızlık veya yolsuzluk olduğunu tespit etmeden önce haram mı, helal mi olduğunu tespit etmektir. Ne yazık kiKaraman’ın son dönem yazılarında bu tespitleri göremiyorum. Haram olup olmadığı söylenmeyip, mesele akademik veya popüler polemiklere girince şüpheli alan genişliyor ve herkes meşrebine göre eylemlerini meşrulaştırabiliyor, helal dairesini olabildiğince genişletebiliyor... Yani ‘ilim feneri’ toplumu ve kişileri tehlikelerden korumak bir yana, uçurumlara sürüklemiş oluyor.
HIRSIZLIK MI, YOLSUZLUK MU DAHA BÜYÜK BİR SUÇ
Hırsızlık-yolsuzluk meselesine gelecek olursak; yolsuzluk, Karaman Hoca’nın iddiasının aksine hırsızlıktan daha hafif bir suç değildir… Tam aksine, yolsuzluk çoğu kez hırsızlığı da içinde barındıran en ağır suçlardan ve toplumsal hastalıklardan biridir…
İngilizce’de yolsuzluk için ‘defraudation’ (dolandırma, yolsuzluk), ‘graft’ (rüşvet, yolsuzluk), ‘lawlessness’ (hukuksuzluk, yolsuzluk), ‘malpractice’ (usulsüzlük, yolsuzluk) gibi kavramlar kullanılmaktadır. Ancak yolsuzluğu anlatmada en yaygın kullanılan kavram ‘corruption’dır.Corruption’ın diğer yakın anlamları ise yozlaşma, bozulma ve çürümedir… Yani bu açıdan bakıldığında hırsızlık yolsuzluğun daha ağır hali değildir, onun alt şubelerinden biridir. Ancak yozlaşmış, çürümüş, yolsuz hale gelmiş bir sistemde hırsızlık çoğalır…
Türkçe sözlüklerde ise yolsuzluk, bir görevi/yetkiyi birine veya kendisine çıkar sağlamak, birilerine zarar vermek, bir işi usulüne/hukuka uygun şekilde yapmamak, görevinin içerdiği sırları yetkisiz kişilerle paylaşarak birilerine veya kamuya zarar vermek veya birilerine fayda sağlamak vs. şeklinde tanımlanıyor.
Kanunlarımızda da yolsuzluğun başlıkları kabaca şu şekilde belirtilmiştir:
Güveni kötüye kullanma, görevin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak, bu sayede kendisine veya bir başkasına fayda sağlamak ya da rakiplerine zarar vermek; irtikap, zimmete geçirme, rüşvet, birilerine zarar vermek veya fayda sağlamak için görevini yapmamak/denetim görevinden kaçınmak, görevi kötüye kullanmak…
Görüldüğü üzere yolsuzluk, aslında İngilizce’de geçen anlamıyla tam bir çürümeye işaret eder ve dikkat ederseniz hemen hemen her yolsuzlukta bir tür hırsızlık da vardır… Nitelikli yolsuzluk çerçevesine giren hırsızlığı düz hırsızlıktan ayıran ise daha kapsamlı ve daha ağır oluşudur. Yoksa hırsızlık, yolsuzluktan daha ağır bir suçtur denemez…
Meselenin hukuki detaylarını bir yana bırakacak olur isek, düz hırsızlıkta bir veya birkaç kişinin hakkını gaspedersiniz… Örneğin bir manavdan bir elma aldığınızda bir elma kadarlık bir zarar verirsiniz ve muhatabınız belki de sadece bir manavdır… Zarar gören bir kişidir… Hırsızlığın miktarı büyürse, örneğin manavın kasasını boşaltırsanız seküler hukuka göre yine sadece manava zarar vermiş olursunuz ve yakalandığınızda zararı tazmin etmeniz beklenir. Ancak hırsızlık büyüyünce esasta zarar görenler çoğalır, örneğin manavın ailesi, borçlu olduğu ve hırsızlık nedeniyle borçlarını ödeyemediği alacaklıları, hatta ticaretindeki yavaşlamadan etkilenenler de zarar görenler arasına girer. Böylece dini açıdan bakıldığında hırsızın girdiği haramın mağdurları artar, helallik istenmesi gereken kişiler de çoğalır… Meseleye dini açıdan bakarsanız gelecek nesillerin yaşayacağı sıkıntılar dahi günahı işleyenin, yani hırsızın vebalidir.
İş kamu görevlisine geldiğinde ise orada o ülkede yaşayan herkesin hakkı vardır. Halkın tamamı adına, bir ülkenin gücü ve zenginlikleri üzerinde yetkilendirilen kişi verilen bu yetkiyi kullanarak çıkar elde ederse veya bir yakınına, bir arkadaşına çıkar sağlarsa bu durumda girilen hak/hukuk sayısı milyonlarca oluverir. Hatta bu hususta hassas pek çok dini âlim gelecek nesillerin de haklarının yeneceğini ve helallik gerektiren kişi sayısının katlanacağını belirtirler… Yolsuzluğun en bilinen türleri olan zimmete geçirme, irtikâp, rüşvet ve nüfuzu kötüye kullanma eylemlerinin tamamında haksız bir kazancı elde etmek vardır. Ve dikkat edilirse özünde bunların tamamı bir tür hırsızlıktır. Yani bu eylemler dar anlamıyla hırsızlığı içermenin ötesinde, daha ağır hırsızlıkları da içermektedir.
Örneğin rüşvet yoluyla yapılmaması gereken bir işe onay verdiğinizde, sadece gönülsüzce rüşvet verenin parasını çalmış olmakla kalmıyorsunuz, aynı zamanda toplumun haklarını gaspedip, onu aslında hiç hakkı olmayan rüşvet verene veriyorsunuz demektir.
Örnek verecek olur isek, bir mahallede yeşil alan/park olarak ayrılmış olan bir meydanı bir belediye yetkilisi, yetkisini aşarak veya kanunda hile yaparak vs., yani yolsuzluk yaparak inşaat alanına çevirse, bunu da kendisine veya kendisinin hoşlandığı bir kişi veya bir kuruma çıkar sağlayan bir müteahhite verse, o da o arazi üzerine şehir planlarında normalde 2 kat olması gerekirken, yine bir yolunu bulup 30 katlı bir bina yapsa, bu durumda hırsızlık hafiflemez, tam tersine ağırlaşır…
Sadece hırsızlık boyutuyla baktığımızda dahi, yolsuzluk yapan görevli ve onun işbirlikçisi bu işlemlerde öncelikle mahalleye ait olan yeşil alanı çalmışlardır… Bir park alanı o yerde yaşayan herkesin ortak mülkü sayılır ve onun gasp edilmesi sıradan bir hırsızlığı dahi aşan, ağır bir hırsızlıktır. Bunu edebi anlamda söylemiyorum, binlerce insanın temiz havasını çalıyorsanız, yerine 30 katlı bir bina ve çok sayıda aracın gelmesine, trafiğin tıkanmasına, insanların daha fazla hasta olmasına, konforlarının azalmasına vs. neden oluyorsanız buradaki suçu rüşvete veya yetkisini aşmaya sığdıramazsınız… Burada en ağırından bir hırsızlık vardır… Bu konuda kelime oyunları yapabilirsiniz belki ama eğer dini referanslarla yazıyorsanız oradaki hak ihlalini sıradan bir hırsızlıkla kapatmanız asla mümkün değildir. Bir mahallenin yeşil alanını, temiz havasını ve huzurunu şahsi çıkarı için yok eden kişi sadece bir neslin değil, gelecek nesillerin de haklarını yok etmiş olur, böylece suçunu zaman aşar bir hale getirir.
Tüm bunlara ek olarak yolsuzlukta, halkın devlete olan itimadının yıkılması da vardır. Oysa ki itimat, yani güven, bir devletin ve toplumun gücünün en önemli unsurlarından biridir. Bir memurun bu güveni yok etmesi devlete de, topluma da onulmaz yaralar açar… Aynı şekilde kötü örnek olunması ve hırsızlığın normalleştirilmesi de bu eylemlerin doğal sonuçları arasındadır.
Yolsuzluğu, yani çürümeyi en ağır hastalıklardan biri yapan bir diğer gerçek ise yolsuzluğun verimsizleştirici etkisidir. Ekonominin ve diğer toplumsal dinamiklerin doğal işleyişnde rekabet, verimlilik ve hızlı gelişme varken, yolsuzluk yoluyla hak etmeyenlerin ön plana çıkması ekonominin çarklarını yavaşlatır, ülke dinamiklerini işlemez hale getirir. Bu ise ülkenin fakirleşmesi, aldığı hizmetlerin daha niteliksiz hale gelmesiyle sonuçlanır. Hatta denebilir ki yolsuzluktan doğan maddi zarar bir memurun zimmetine devlet kaynaklarını geçirmesinden çok daha maliyetlidir.
Özetleyecek olursak, sıradan bir hırsızlık nispeten sınırlı bir zarar verirken, devlet görevlilerinin yaptığı yolsuzluklar çok daha karmaşık ve etkisi atom bombası etkisinde hırsızlıklara yol açmaktadır… Bu bağlamda yolsuzluğu hırsızlıktan yeğ görmek büyük bir yanılgıdır. Bu kadar iç içe geçmiş suçlar arasında hiyerarşi yarışına girmek ve yolsuzluğu, yani ahlaki çürümeyi daha hafif bir suç gibi görmek hem yanılmaktır, hem de yanıltmak…
Meselenin siyasi boyutuna gelince, bu tür yorumlar iktidar partisine herhangi bir katkı da sağlamamakta, tam aksine ona ve ülkeye zarar vermektedir. Temiz bir Türkiye arzusu ile seçilen AK Parti, dar çekişmelere takılarak, kanaatimce kendi kendisini savunmasız bir durumda bırakmaktadır. Bugün kamuoyundaki söylentiler ve iddialar nedeniyle parti yöneticilerinin yolsuzluklardan bahsetmeleri daha güçleşmektedir. Bunda ne yazık ki yukarıdaki iddia sahibi kişilerin yanlış yönlendirmelerinin de rolü oluyor... Oysa ki yapılması gereken her ortamda doğruyu savunmak, yanlıştan ise uzak durmaktır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.