Hayat meselesi
Bundan kelli, fıkralara, “Amaan fıkra işte..” diye gülüp geçen, fıkradan beter olsun.
Hoca Nasreddin, câmide kadınların açık saçık giymemelerini nasihat edince, cemaatten birisi “Ama hoca, senin kız açık giyiniyor.” diye itirâz etmiş. Hoca, “Benim kızı karıştırmayın. Kerataya yakışıyor.” demiş. Neredeyse darb-ı mesel olan “Kerataya yakışıyor.” cümlesi, birkaç gün önce, ayniyle vâki oldu.
Kadınların çalışmasını yüksek dozda eleştiren Tuğrul İnançer’e, kızının çalıştığı hatırlatılınca, öyle bir savunma yaptı ki Nasreddin Hoca’yı solladı gitti. Hoş, kızının fotoğrafını görünce, “Tesettürden her bahsedişinde Nasreddin Hoca’nın durumuna düşmüştür zâten.” dedim.
Açıkçası, asıl şaşırdığım mesele de bu. Bu hâdiseye kadar, İnançer’in bir kızı olduğunu bilmiyordum. Bilsem de nasıl giyindiği beni ilgilendirmez. Ama, kadınlarla ilgili o sözleri sarfeden birisinin kızını, farklı tahayyül ederdim doğrusu.
“Âlimden, zâlim; zâlimden, âlim doğar.” atasözünce, insanları çocuklarıyla veya ebeveynleri ile değerlendirmeye karşıyım. Üstelik, bir hoca, çoluk çocuğu millete nasihat ettiği gibi yaşamıyorsa doğruları söylemesin mi? Bir doktor, kendisi sigara içiyor diye hastalarına, “Sigara zararlıdır.” demesin mi?
Basında ve internet âleminde yayılan sözlere, temkinli yaklaşırım. Zîrâ, yorumlanarak sunulan çok şey var. Ama, bir insan, ağzından çıkan sözler ortada dolaşırken sıcağı sıcağına değil de kendi ayağına dolandığında “Yanlış anlaşıldım. Ben öyle demedim.” derse buna da temkinli yaklaşırım. Yanlış anlaşıldığın şimdi mi aklına geldi?
Benim takıldığım, çocukların farklı oluşu değil. Böyle örnekler, kuşak çatışmasından dolayı çok var.
Benim takıldığım, özrün kabahatten büyük olması. Padişah, İncili Çavuş'a, "Öyle bir kabahat işle ki özrün kabahatinden büyük olsun." demiş. İncili, pâdişâh yürürken arkasından bir şaplak atmış. Pâdişâh hiddetle dönünce:
“Affedersiniz hünkârım, valide sultan sandım." demiş.
İnançer, “Ben kadın çalışamaz demedim. Bir erkeğin, kadınını çalışmaya mecbûr bırakmasının erkekliğine aykırı olduğunu söyledim.” şeklinde bir savunma yapmış. Şimdi, eşi çalışan erkekler, “Ne yâni, biz soğan erkeği miyiz?” diye ayaklansa haksızlar mı? Özellikle de dâmat bey...
Tuğrul İnançer, "Kızınız kendi isteği ile mi çalışıyor" sorusuna ise "Kızım da olsa kimsenin haysiyetine karışmam. Yüksek lisans yapmış, iki çocuk anası, evli barklı kocaman bir kadın. İster çalışır, ister çalışmaz." cevâbını vermiş. Demek ki bizim suçumuz, yüksek lisans yapmamak. Hadi ben biraz sıyırdım. Evli barklıyım. Çoluk çocuğa karıştım. Hem bekâr hem çocuksuz hem de yüksek lisanssız olanın vay hâline!
Ne dersiniz, özür kabahatten büyük değil mi?
Bir de Tuğrul İnançer’in, evlenmeden hâmile kalan kadına “o....” demesine bozuğum. Evlenmeden hâmile kalanlar tozlanma veya sporla mı hâmile kalıyorlar?
Evlenmeden hâmile bırakan erkeğin bir adı niye yok hocam?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.