Hukuk kaosu!
Devlet sistemlerinin temel kuruluş gayesi; vatandaşlarının haklarını, güvenliğini, hukuk çatısı altında koruyabilmesidir.
“Gelişmiş ülke” konumunda dünyaya yön veren ülkeler incelendiğinde hukuk sistemlerinin başarısı dikkati çeker.
Konuya Türkiye açısından yaklaşıldığında ise özellikle son yıllarda hukuk sisteminin adeta kaosa sürüklendiğine tanıklık ediyoruz.
Daha düne kadar cemaat televizyonları ve gazetelerinde “asrın davası” diye şişirilen, abartılan Ergenekon ve Balyoz’a bir gecede “kumpas” denilmeye başlandı.
Şike Davası olarak tanımlanan ve bizi tüm dünyaya rezil eden olay önce Fenerbahçe’nin “Atatürkçülüğüne” bağlandı. Son olarak da “hükümeti hedef alan bir girişim” olarak lanse edildi.
PKK’nın üst yapısı olarak sendikalarıyla, akademisyenleriyle, silahlı unsurlarıyla büyüyen KCK operasyonları bir gecede durdurulup, sanıklar serbest bırakılarak, teröristler aramıza karıştırıldı.
Gözler Yüce Divan’a çevrilmişken, bu kurumun aslında güvenilmez bir yapısının olduğu ve hükümeti zor durumda bırakmak için çalışabileceği yazılıp, çizilmeye başlandı.
* * *
Türkiye’nin son 10 yılının kısa tanımı: Savcılar, hakimler, planlar, kumpaslar, iddianameler, darbe girişimleri, günlükler, kitaplar…
İleride, Türkiye’nin 2000’li yıllardaki siyasi yaşamı belgesel haline getirildiğinde epeyce malzeme çıkacak gibi gözüküyor.
Ama işin ilginç yanı onca curcunaya, onca davaya, toza, dumana rağmen “suçlu yok”…
Hakkında onlarca kitap yazılan, yüzlerce saat televizyon kanallarında tartışılan, binlerce kez gazete sütunlarına giren olayların tek sonucu: Davalar taraflı, kararlar taraflı, yargı taraflı…
Durum böyle olunca vatandaşın hukuka, devlete saygısı ve inancı kalmamaya başlıyor.
Sokaklarda canına kastedilen insanlar, şikayetçi olmaya çekiniyor… Çevresinden gelen “verilmiş sadakan varmış, mahkemeye versen ne olacak sanki, yıllarca gidip geleceksin, hedef olacaksın” yorumlarıyla, davalar açılmıyor, şikayetçi olunmuyor.
Herkes kendi adaletini, güvenliğini sağlamaya çalışıyor ki bu durum gelecek adına büyük bir asayiş sorununa adeta zemin hazırlıyor.
Zaten hapishanelerin doluluğundan dolayı 5 yılda bir çıkan aflar da huzursuzluğu bir kat daha artırıyor.
Ülkenin geneline yayılan hukuksuzluk, bir ümitsizlik sarmalına dönüşmüş durumda. Sorunların temeli dönüp dolaşıp hukuk sistemine dayanıyor.
Yıllarca TSK’yı Türkiye’nin en güvenilir kurumu olarak gösteren anketlerin doğruluğu şüpheli olsa da bugün Türkiye’de en güvenilmez kurumunun “yargı” olduğu mutlak.
Öyle bir ülke düşünün ki; vatandaşı mahkemeye gitmekten, hakimi karar vermekten, savcısı iddianame hazırlamaktan çekiniyor.
Hal böyle olunca akıllara ister istemez Evliya Çelebi’nin aktardığı “Fatih Sultan Mehmet ve Kadı” hikayesi geliyor…
Çelebi’ye göre Fatih Sultan bir vatandaşın arazisini almaktan yargılanır ve mahkemeye çıkarılır. Fatih, suçunu kabul eder ve arazi sahibine altın öder. Sonrasında, Fatih Sultan Mehmet ile mahkeme kadısı arasında şu diyalogların geçtiği rivayet edilir:
“Ey kadı, eğer benim padişahlığımdan ürkerek lehimde karar verse idin senin ciğerini bu hançerle deşecektim.”
Kadı Sarı Hızır gülümseyerek müsaade ister ve oturduğu minderin altından bir topuz çıkarır ve der ki:
“Padişahım, eğer siz de padişahlığınıza güvenerek verdiğim karara itiraz etse idiniz, ben de sizin başınızı bu topuzla ezecektim…”
Meselemiz, hukukun eşitlik ve adalet ilkesine dayalı çalışması ve çalıştırılmasıdır.
Senin savcın, benim hakimim dersek hukuk kaosu ülkeyi esir alır, işin içinden çıkamayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.