Dine Davet Ve Laiklik
Bir Müslüman için, mensup olduğu dinin akide ve esaslarını etrafa yaymak, bunları başkalarına duyurup öğretmek de tıpkı öğrenip yaşamak kadar mukaddes bir dinî vazifedir.
Çünkü dindarın nazarında dinin bu iman, akide, ibadet, hukuk ve ahlak esaslar birer hakikattir ve bunları bilmeyen insan helak ve hüsrandadır.
Bunun yanında hakikati göstermek ve uçuruma kayan bir insanı tutup kurtarmak hem yüksek bir insanlık borcudur, hem de Allah’ı takdis ve ona ibadet vazifesinin en sevaplısıdır. Bu vazifeyi dindar, yerine ve icabına göre ve gücünün yettiği derecede, fikren veya bedenen, sözle veya yazıyla ifa etmekle mükelleftir.
İslâm’da “cihad” farizasından başka, “tâlim” ve “tedris”, “neşir” ve “telkin” vazifesinin de esası ve mantığı budur. “Davet, tebliğ, irşad, nasihat, telkin, vaaz, tâlim, tedris, neşir” de dediğimiz bu tür çalışmalar, iman ve salih amelin yanında ayrı bir vazifedir.
Nitekim şu kısa üç ayetlik “Asr Suresi” bu gerçekleri ifade eder:
“1. Asra yemin ederim ki 2. İnsan gerçekten ziyan içindedir. 3. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”
Bu arada bu vazifelerin ifasını mümkün kılmak üzere, dinlerde bir cami, mescid, medrese, tekke, dergah, ribat gibi binalar ve müştemilâtı da vardır. Buralarda faaliyet gösteren özel yetişmiş insanlar da vardır. Bütün bu müesseseleri idare eden ve denetleyen üst kurumlar da oluşmuştur.
Tarihte meşihat, şeyhülislamlık gibi kurumların yanında günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı da (başka bazı amaçlarla beraber) bu amaçlar için de kurulmuşlardır. Bu teşkilâtların gayesi ve bu mesleğin mevzuu, bir taraftan ibadet ahkâm ve merasimini tanzim ve idare etmek, bir taraftan da dinin akide ve amel ahkâmını öğretmek, duyurup tanıtmak, yaymak ve korumaktır.
Diyanet Anayasal bir kurum olduğuna göre, bu bu münasebetle, hem de “din ve vicdan hürriyetinin” tabii bir gereği olarak bu devlet, Müslümanlara dinlerini öğretmek, onu yaşamalarını ve yaşatmalarını sağlayacak imkan ve ortamı hazırlamak, buna mani olmak isteyenleri de cezalandırarak engellemek mükellefiyetindedir.
Laiklik buna engel değil, bilakis amirdir. Zira laiklik, devletin dinlere eşit yaklaşması ve tarafsız olmasıdır. Müslümanların “bu tür hizmetler sadece bize yapılsın, başkalarına değil” diye bir talepleri olmadığına göre, kimse İslam Dini için eğitim, öğretim, tebliğ, irşat ve davet çalışmalarını “laiklik” bahanesi ile engellemeye çalışamaz.
Öyleyse Diyanet ve İlahiyat camiası yeniden “laikliği” tartışmaya açmalı ve bu ülkede “din düşmanlığı” gibi anlaşılan ve uygulanan laikliğe esas sınırlarını hatırlatmalı, bilmeyenlere de öğretmelidir.
Yıllarca bizim dini öğrenip yaşama ve yaşatma faaliyetlerimize yasal zemin olması gereken laiklik, tam aksine bizim bu haklarımızdan mahrum edilmemize alet edilmiştir. Yeter artık!
Ülke, son zamanlarda “halkın iradesi esastır” söylemine kilitlenmiş iken, bu yanlış laiklik anlayışı da ortaya konmalı, yasama, yürütme ve yargıya içinde bulunduğu ihanet hatırlatılmalıdır.
Hükümet bu konularda daha hızlı adımlar atmalı, neler yapılabileceğini resmi veya sivil din ile ilgilenen şahıs, kurum ve STK’lara danışmalı, görüş almalıdır. Bunlar da hükümeti beklemeden bu konularda kendilerine düşeni yaparak hükümete ve kamuoyuna rapor halinde sunmalıdırlar.
Evet, üstümüze düşeni ertelemeden yapmalıyız.