Milliyetçilik-Ulusalcılık ayrışması
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın on altı Türk devletini temsilen tören alanına on altı savaşçıyı çıkarmasının, liberalinden solcusuna, “Kemalistinden ulusalcısına” kadar çeşitli çevrelerden eleştiri almasında şaşırtıcı bir şey bulunmamaktadır. Kervana kendisine “milliyetçi diyenlerin” de katılması neyin nesidir? Milliyetçilikle-ulusalcılık arasında bir fark yok mudur, yoksa bazı milliyetçiler kimlik kaybına uğrayıp, ulusalcılaşmakta, Kemalistleşmekte midirler? Bu fark edilmeden, böyle bir tavır takınılıyor ise, o zaman durum daha vahimdir.
Büyük imparatorluk geleneğine sahip toplumlarda “milletleşme sürecinin” farklı seyretmesinden dolayı bunların milliyetçiliğinin etnik temellere dayanmaz. Bu toplumlarda milliyetçilik etnik kimliklerin üzerinde ortak bir tarih bilincinin, bir medeniyet birikiminin içinden, yeni bir “siyasal projeyi” inşa etme misyonu etrafında ortaya çıkar.
Anti demokratik bir zihniyet: Ulusalcılık
Türkler, başta Türkistan coğrafyası olmak üzere bir medeniyet geleneği olan toplumsal birikime sahip olmakla kalmayıp, son bin yıl içinde bu medeniyetin iki büyük siyasi ürünü olan imparatorluğa, süreklilik içinde sahip olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu bu anlamda hem kendi çağdaşlarıyla mukayese edildiğinde, hem tarihteki diğer imparatorluklarla karşılaştırıldığında, farklılıkları ve üstünlükleri bulunan bir yapıdır. Bu büyük imparatorluğun yarattığı barış döneminin mukayese edilebileceği Roma’dan bile uzun süren “barış çağı” yarattığı bilinmektedir. Meseleye bu noktadan bakıldığında; bugünkü Türkiye birincisi, büyük bir tarihsel mirasın temsilcisidir. Bu mirasın içerisinde bir medeniyetin hem kurumsal, hem zihinsel, hem de dünya görüşünün temelleri bulunmaktadır. Bazıları soruyorlar “bu medeniyet söylemi nedir?” diye. Bilindiği gibi medeniyet şehirle başlar, fakat onunla sınırlı kalmaz; şehri örgütleyen, şehirleri birbirine bağlayan ilişkileri kuran, mimarisinden mühendisliğine, ekonomisinden yönetimine, edebiyatından musikisine, siyasetinden kültürüne kadar, bütünüyle bu yapıya ruh katan, onu şekillendiren dünya görüşünün, insan ve toplumsal örgütlenmenin sistemidir. Büyük medeniyetler büyük dinlere dayanırlar.
Bunları şunun için vurgulama gereği duymaktayım. Bu toprakların sahip olduğu, bu milletin bilincinde yaşayan medeniyet değerlerinden uzak bir anlayışa “milliyetçilik” denemez. Bu sebepledir ki Türkçede bu anlayışı yansıtan, hatta bu farkı belirtmek için kendi millet anlayışlarını ifade etmek üzere “ulus” ve buradan da “ulusçuluk” diye kelime türetmişlerdir.
Tarih ve kimlik krizi
Mesele nedir? Öncelikle bu toplumun, imparatorlukla bir bağı olmadığı iddia edilip, zaten var olan bağlar kopartılmak istenmektedir. İkincisi, her büyük medeniyetin büyük bir dine dayanan temelleri olduğu için, İslam’la ve bütünüyle bin yıllık medeniyet birikimiyle, bütün bağlar yok edilmek istenmektedir. Üçüncüsü Batıcılık ideolojisinin, (başta Kemalizm olmak üzere) bütün türevleri, buradan bir siyasi sonuç çıkarıp, Türk ve İslam coğrafyası ile ilişkileri kesip, Batı'yla bütünleşmek hedefine yönelmişlerdir. “İkinci sınıf bir Batılı olmak” onlar için, bölgesel güç olmaktan iyidir!
Açıktır ki, ulusalcılık denilen anlayış belli bir dünya görüşüdür. Bu görüş, kendi medeniyetimizin bütün kurumlarını, bütün değerlerini reddettiği gibi yapay bir tarih ve toplum anlayışına sahiptir. Böyle bir “toplum mevcut olmadığı için” de bunu inşa etmek üzere, kendilerinin devrimcilik dedikleri “toplumsal mühendisliğe” yönelirler. Bunun sonucu kaçınılmaz olarak, toplumu zorla değiştirmeye girişmektir ki “ulusalcılığın Kemalist otoriterizmi” tek particiliği savunması veya bugün bir çeşit “Türk Baasçısı” olması da bununla alakalıdır.
Bugün problem şudur: Kendilerine milliyetçi diyenler nasıl olup da bu ulusalcılığa doğru kaymaktadırlar?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.