Göz Yakını Görmüyor
Ama maalesef bunu kimse bilmez. Çünkü dini anlatırken coştukça coşan ve kapanmak bilmeyen Hoca Efendinin ağzı, kendi dertlerini dillendirmek için hiç açılmaz. Bu yüzden kimse bu durumu bilmez.
Tamam, insanlar bunu bilmemekte mazurdurlar, peki ama “bu değirmenin suyu nerden geliyor?” diye neden düşünmezler? “Bu su çekilirse, değirmen hepten dönmez” diye niçin düşünülmez? Bu kadar ağır bir hizmetin altından yalnız başına bir aile nasıl kalkar? Bunu anlayan cemaat lazım, ama nerede?
Yardımları yapanlar hiç olmazsa “hocam din, ilim, talebe ve müslümanlar uğrunda kullanma yetkisi sizdedir. Bildiğiniz ve uygun gördüğünüz gibi harcayınız” deseler olmaz mı?
Hoş, öyle deseler de benim bildiğim Hoca Efendi evi ve ailesi için elini atmazdı o yardımlara, o paralara. “Muhammdü’l Emin” lakabından aldığı dersle “sıdk” ve “ihlas”ını korumak adına “güven”, onun için çok önemliydi.
Belki bunları yazdığım için bana kızabilir. Yıllardır ben de bildiğim bu gerçekleri konuşmadım, yazmadım. Ama yeter artık içimde tuttuğum. Kaldı ki o günler de geçmiştir. Hocamız şu anda bütün çocuklarını okutmuş ve hizmete yollamıştır. Kifayet mikdarı rızka razı olduğu için hiçbir ihtiyacı da kalmamıştır zannederim. Artık yaşlanmış, ahir ömründe emekliliğin tadını üç beş öğrenci okutarak, eski günlere nazaran adeta istirahat eder gibi geçirmektedir. Bundan sonra ben yazsam ne olur, ya da o bana kızsa ne yazar!
Onu tanımayan, aynı zamanda edep ve terbiyeden yoksun, nezaket ve kibarlıktan mahrum, nimetleri Allah Teâlâ’nın verdiğinden cahil olarak kendi marifetinden bilen zavallılar, daha hizmetin başındaki zamanlarda yardım için bir ara esnaf ziyaretlerinde bulunduğu zamanlarda, çok çirkin muamelelerde de bulunmuşlardır. Fakat o bunlara aldırmamış, nefsini yenerek küsmemiş, kırılmamıştır. Hizmetini yine devam ettirmiştir ama yöntem değişikliklerini de beraberinde getirerek elbette.
Bu çirkin muamelelere bir örnek verelim isterseniz. Bir gün yardım talebi ile bir esnaf ziyaretinde, karşısına çıkan elemana, derdini anlatmak için patronla görüşmek ve konuşmak isteğini ifade ederken, içeride koltuğuna kurularak oturan patron kibirli ve laubali bir şekilde bağırmıştır: “Oğlum çok konuşturma, on lira ver, gönder gitsin!”
Şimdi bütün bu anlattıklarımdan sonra mutlulukla ifade edeyim ki, hocam yaşının gereği emekli olduktan sonra yine kendi köyünde, başında üç beş ilim taliplisi ile ve halka sohbetle huzurlu bir hayat yaşamaktadır. Evlatlarının her biri tahsillerini bitirmiş bir işin başındadırlar. Mutlu ve müreffehtirler. Köyüme gittikçe onu da ziyaret ederim. Aman ne tatlı sohbetlerimiz olur. Bir de bakarsınız ki saatler bitmiş, ayrılık vakti gelmiştir.
Bu arada yeri gelmişken hemen söyleyeyim: Henüz onu tanımayanlar varsa, her işlerini bırakarak hemen onu tanımaya ve sohbetini bir kere de olsa dinlemeye koşmalarını tavsiye ederim.