“Başkanlık Sistemi” neden uygun ve mümkün değil?
Çünkü:
1-) Dikkat ederseniz, kamuoyu önünde sergilenen tartışmalarda öne çıkarılan ciddi bir sistem tartışması yok; ama niyetler muhtelif! Herkesin dilinde tek bir argüman var: İstikrar!
“İstikrar” kavramı Başkanlık sistemi için neyi ifade ediyor açıklayabilen de yok! Kimse evelemesin gevelemesin; “istikrarın devamı için gerçekten şart!” cümlesinde geçen istikrardan kasıt Recep Tayyip Erdoğan’dır! Bu tartışmaların örtülü teması “ O olmadan istikrar olmaz” vurgusudur!
Bu niyet aşılmadıkça, örneğin Kemal Kılıçdaroğlu veya herhangi bir muhalefet lideri üzerinden de empati yapılamadıkça ve düşünülen modelin kişilere endeksli olmadığı konusunda gönülleri mutmain edecek hukuki bir taslak ortaya konmadıkça; Başkanlık Rejimi tartışmaları yaklaşan genel seçim propagandalarına meze olmaktan öteye bir anlam taşımayacaktır!
2-) Dün "başkanlık sistemi de tartışılsın" önerisiyle konuyu gündeme getirenler, şimdi kişisel kaygılar üzerinden tartışmayı sürdürüyorlar! Daha da kötüsü, Başkanlık Rejimi tartışmalarının işin ehli anayasa hukukçuları ve siyaset bilimcileri tarafından değil de, “mevcut siyasi iktidar giderse değil gazetecilik/yorumculuk, manavlık dahi yapamayız!” şeklindeki kaygılarını her söz ve satırlarında dışa vuran bağımlı kişilikler aracılığıyla yürütülmesi resmi iyiden iyiye matlaştırıyor! Öte yandan; 16 Türk Devletini temsil eden muhafız alayı askerleri veya Dombıra’ya dönüşen seremoni müziği gibi “rüküşlükler” den ve “saray” sembolünden yola çıkıp “sistem den çok iktidar paylaşımının derdine düşüldüğü” algısından kendisini kurtaramayanlar, bilhassa Başkanlık Rejimi’nin anlaşılmasına mani oluyorlar!
3-) Her şeyden önce; “evdeki %50” ve “öteki %50” gibi kutuplaşmaların körüklendiği, kontrollü veya kontrolsüz gerilim stratejilerinden hâlâ ekmek yendiği, "kurban olduğum Allah verdikçe veriyor" pişkinliğiyle üzeri örtülen “nimet-külfet" dengesinin dibe vurduğu, kirli ekonomik networkların ve terörün başlı başına vesayet sorunu haline geldiği, zamanında üçüncü sınıf komplo teorisi diye umursanmayan etnisite ve mezhep kaynaklı tehditlerin bir bir gerçekleştiği, çevre coğrafyamızda haritaların yeniden değiştiği ve “sıra kimde?” sorusunun cevabı olarak Türkiye’nin İran ile birlikte isminin sayıldığı bir dönemde Türkiye’de sistem değişikliğine gitmek; metastaz yapmış tümöre bıçak vurmak gibi bir şeydir!
4-) Temsilde adaleti sağlayacak bir siyasi partiler ve seçim sistemi kanunu değişikliklerini içerisinde barındıran demokratik bir anayasa değişikliğine öncelik verilmelidir. Temsilde karşılık bulamayanların siyaseti sokağa taşırmasını tehdit algısıyla karşılayıp yargı paketleriyle kontrol altına alınmasına matuf düzenlemelerle vakit harcanacağına, sokağa mahkûm edilen siyasetin ülke yönetiminde eşit ve adil bir şekilde temsilini sağlamak için aşırı kalori harcanmalı!
5-) İdari ve hukuki açıdan “hesap verebilirliği” yani “denetimi” devre dışa bırakıp, sadece politik açıdan sandıkta hesap verebilirliği ön plana çıkaran siyasi organizasyonların rejim değişikliği işine girişmesi ağır bir rizikodur! Çünkü bu tip iktidar organizasyonları eninde sonunda; önce “devlet” ile sonra da “millet” ile kendilerini dengeleyebilme yeteneğini kaybederler! Neticede tüm işler “iktidar ve otorite gözcülüğü” ile yürütülmeye çalışılır; bunun getirisinin ne olacağını yazmama bile gerek yok!
Hülasa
Bol yamalı anayasasını ve ağır hasarlı egemenlik haklarını sıfırdan kurması gereken bir ülkenin, böyle bir oryantasyon yolculuğuna Başkanlık Rejimi ile başlaması, hem siyasi sağlığı ve hem de bekâsı açısından uygun ve mümkün değildir! Bu şartlarda girişilecek sistem değişikliği, ileride de değişmeye mahkûm olacaktır!
Mamafih “Arkadaş daha biz parlamenter rejimi 90 senede oturtamadık, her işi hallettik de geriye bir bu mu kaldı” diyen vatandaş hiç de haksız değil…
Allah dilerse, yeri geldiğinde farklı açılardan bu konuya devam ederiz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.