Püff
Düşmanlıktan beslenen bir insanın sözleri nasıl güzel ahlakı yansıtmıyorsa, düşmanlıktan beslenen sanat da aynı minvalde sakil ürünlerle beliriyor önümüzde. İnsanın güzel sözlüsünü, sanatçının güzele ulaşma çabasında olanı severiz. Söz uçar yazı kalır deniyor. Söz de, yazı da kalıyor bence yeryüzünde. Hatta yeryüzünde de kalmıyor, ahirete kadar gidiyor. Bu uzun hikâye.
Sanat ciddiyetle yapılması gereken bir iş. Her ne kadar güldürmeye ayarlı olsa da, muhakkak karikatür de ehli tarafından ciddiyetle yapılması gereken bir sanat. Fakat Batı’da yaygın olan karikatür sanatı ülkemize geldiğinde kültürel kodlarımızla bir türlü uyuşmuyor. Çünkü bizim kültürel kodlarımızda, Allah’ın yarattığı insanı çirkin bir şekilde resmederek aşağılamak hoş bir şey olarak karşılanmıyor. Kültürel koddan kastım İslam kültürü. Yani dinimiz. Edebimiz çirkin bir şekilde resmedilen insan figürüne bakıp gülmeye el vermiyor. Karikatür dergileri bu yüzden bizim mahallede satmaz. Hem kahkahalar dolusu gülmek yeryüzünde imtihanda olduğunu idrak eden bir Müslümana yakıştırılmaz. Bir de şöyle demişler; gülme komşuna, gelir başına.
Yani karikatür dediğin; üstüne kurulduğu “güldürürken düşündürmek” felsefesiyle en başında bizim için kendini imha eden bir sanat. Düşünen insan gülmez, tebessüm eder. Gülerken düşünemezsin. Bir şey seni önce güldürüyorsa, sonra ne düşünürsen düşün; bir kıymeti yok. En başta düşüncesizce güldün bir kere. Mesela Hasan Aycın çizgilerini bizi güldürmediği için severiz. Onun çizgileri düşündürür ve bazen tatlı, bazen acı bir tebessüm ettirir. Çizgisiyle gözlerimizdeki bantları söker ve iki gözümüzle bakmaya başlarız artık dünyaya. Naci el-Ali’nin çizdiği Hanzala’nın yüzünü de hiç merak etmeyiz. Hanzala’nın sırtına bakıp, onun hüznüne sırtımızı dönmemek olur tek derdimiz. Yüzüne bakmaya bizim de yüzümüz yoktur.
Biz bu kadar incelikli düşünürken, birileri değer verdiklerimizi düşüncesizce “gülünç” bulur ve resmeder. İncelikten yoksun olandan bir incelik beklememeliyiz elbet. Buna da tebessüm eder, geçeriz. Charlie Hebdo meselesinde test ettik. Gülsek “kabahat”, gülmesek yine “kabahat”. Demek ki, tebessüm en iyisi. En trajik hadiselerimizde gülünecek bir taraf bulan karikatür dergilerinin, bizim nezdimizde cenaze evinde kahkaha atan münasebetsizlerden hiçbir farkı yok, bu iyi.
Bu sebeple “özde değil, sözde mizah” diyen Cafcaf çok satmıyor diye üzülmeye de hiç gerek yok. Çok satsaydı, “çok sattığı” anlamına gelirdi ve bu bizim için hiç iyi bir şey olmazdı. Leman’ın, Penguen’in “çok satması”nın hiç iyi bir şey olmadığı gibi.
Şimdilerde yeni bir mizah dergisi çıkmış mesela. Önceki gün elime geçti, adı Püff. Şöyle bir göz attım ve bırak gülmeyi, tebessüm dahi etmedim. Düşmanlıktan beslenen ve “çok satan” diğer bütün karikatür dergileri gibi bayağı ve sakil. Namaz kılan Hacı amcamız Leman’da yıllardır nasıl tasvir ediliyorsa, aynısıyla kopyalanıp tasvir edilmiş. Güldüğün, alaya aldığın şey ahlakını gösterir demişler. Ahlak; doğruluğumuzu kanıtlamak için yanlış bulduğumuza kahkahalar atarak gülmemize vesile olan pespaye bir şey olmamalı herhalde. Gülmedim, gülüp geçemedim velhasıl. Dedim ya, kültürel kod meselesi bu karikatür işi. “Sanatçı, ezelden ebede şeytani olanla Rahman’ın askeri olarak savaşandır” diyen bir Şeyh Galib var tarihimizde. Demek ki sanatçı, insanları güldürmeye kalkışmadan önce “Rahman” kimdir, “Rahmani” olan nedir bir düşünmesi lazım ki, yüzümüzü güldürsün. Tabii bütün bu sözler işine gelmeyeni işittiğinde öf, püff deyip, sululuğa vurup, gülüp geçmek yerine, durup düşünüp; anlayana… Anlamayana biz de gülüp geçiyoruz zaten.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.