O yıllar
Milliyetçi cephe hükümetinde İsmail Müftüoğlu Adalet Bakanı. Bir önce ki yazıda da zikrettim. Oldu ama ne kadro var, ne doğru dürüst işi bilen.
Bakan önce Cihan Yamakoğlu’nu, arkasından beni çağırdı.
Gaziantep Araban Cumhuriyet savcısıyım.
Bakanlığa gelince yerime yapılacak tayin çok gürültülü oldu. Müsteşar Melih Ezgi bu tayinin yapılmasını istemiyordu. Maksadı gelişlerin önünü tıkamak...
O gün kurul yine tayin işini görüşerek ret etti.
Bakan İsmail Bey sorunca “Müsteşar” dedik.
“Gene mi o?” Artık canına tak etmişti…
O sabah marangozu çağırtarak müsteşarın kapısının çakılmasını söyledi.
Bakan emreder de marangoz yapmaz mı!
Koca müsteşar kapısı kalın çivilerle baştan aşağıya çakıldı.
Biraz sonra müsteşar kapıda...
Şoförü İbrahim kapıya asılıyor, bir türlü açılmıyor.
Müsteşar hiddetli, “Yahu bu kapıya ne oldu? Neden açılmıyor?”
“Efendim, kapı kalın çivilerle çakılı.”
“Nasıl olur, kim çakar benim kapımı? Çağırın şu marangozu.”
Marangozun başı öne eğik, “Efendim bakan bey çaktırdı.”
Yaaa… Sen kime çaktırdıysan o da sana çaktırdı!
O hırsla dalıyor bakanın makamına. İsmail Bey telefonla konuşuyordu.
Müsteşar açıyor ağzını yumuyor gözlerini:
“Sen benim kapımı nasıl çaktırırsın, terbiyesiz?”
İsmail Bey gayet sakin:
“Bak” diyor. “Benden yaşlısın, söylediklerini duymamış olayım, çek git.”
O sırada bakanın misafiri, dostu Kamil Yumnu gazı veriyor... “Koskoca bakana müsteşar bu kadar nasıl söylenebilir?” deyince, bakan yerinden fırladığı gibi müsteşarın peşine. Müsteşar önde bakan arkada koridorda uzunca bir kovalamaca. Müsteşar kütüphaneye giriyor, bakan da peşinden.
İçeride tek bir memur. Müsteşar:
“Sayın bakan, memur kalsın bize bir zararı yok” dese de memur bakanı görünce dışarı kaçıyor. Kalıyorlar baş başa… Müsteşar’ın deyişi, bakan kendisine iki tokat vurunca yere düşmüş, “bir daha seni bu bakanlıkta görmeyeceğim” diyerekten de tehdit etmiş.
O günden sonra bakan gidinceye kadar müsteşar bakanlığa ayak basmadı.
Gerekli evrakı evinde imzalıyordu.
Olay medyaya yansıyınca yer yerinden oynadı.
“Bakan müsteşarı nasıl döver? Bu bir şeriat ayaklanmasıdır…”
Anayasa, Yargıtay, Danıştay, medya, CHP ayakta, saldıran saldırana…
Tüm bu saldıranların karşısında topu topuna üç kişiyiz.
1976’nın sonu… Adalet Bakanlığı’nın bütçesini görüşmek üzere Senato’dayız. Asıl dananın kuyruğu orada kopacaktı. CHP senatörleri bakanı dövme hazırlığında.
Sıramız geldi İsmail Bey kürsüde. Ağzını açmadan hücumlar başladı.
“Sayın senatörler, iş veriyorum yapmıyor, kurula gidiyor bakanlığın işlerini aksatıyor, görevden alamıyorum, siz olsaydınız ne yapardınız?” şeklinde savunma yaparcasına sataşmalara karşılık verdiği esnada toplu halde kürsüye hücum ettiler.
Yüreğimiz ağzımıza geldi, silahlarımız üzerimizde, İsmail bey zorda kalır da silahını kullanırsa biz de ister istemez kullanacağız. Beklenmeyen büyük bir olay olacak.
O sırada merhum Cevdet Sunay’ın kalın sesi duyuldu:
“Ne oluyor yahu? Bir kişinin üzerine bu kadar gidilir mi?”
O İbrahim Sarılar, oldukları yere çakıldılar, sonra da kuzu gibi yerlerine oturdular.
Bir oh çektik… İsmail Bey konuşmasını yaptı, bütçe oylanarak kabul edildi.
Oturum bitince Cevdet Sunay’ın yanına gittim, aynı köyden olduğumuzdan kendimi tanıtarak teşekkür ettim. “Siz olmasaydınız kötü şeyler olabilirdi paşam” dedim…
Bu olayı niçin mi anlattım?
İktidar koltuğunda oturup da kadrini bilmeyenler, görmeden, bilmeden dedikodu yapanlar, çamur atanlar, takıştıranlar, akıllarını başlarına alsınlar…
Bugünlere öyle kolay gelinmedi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.