Padişahlıktan Başkanlığa
Asıl azmaz bal kokmaz derler.Bizim asaletimiz bin yıllık geçmişimizde saklıdır. Şimdikilerin “Muhteşem Yüz Yalan” diye uydurdukları tarih değil, şuuraltı hayallerinde şekillendirdikleri kendi yaşantılarıdır.
Dökülelim, yıkılalım, asimile olalım diye bir takım yabancı odakların kurguladıkları bu tip dizilerin alıcıları biz değiliz, bunları gündemde tutmak isteyenler Anadolu topraklarına Yunan gibi bir gavuru musallat eden Tanzimat çıkışlı kara kasketlilerdir.
Bu topraklardan İttihatçılar diye bir hain sürüsü geldi geçti.
O yüzden tam bir asra yakındır; kendi değerlerimizi, kendi başlıklarımızı gündem yapmaktan alıkonulduğumuz için devlet olarak bir yerden bir yere gelmedik, geriledik...
Osmanlı’nın payitaht edindiği Ortadoğu sefalette, kan gölünde, işgalde, yağmalanmakta, sömürülmekte. Siyonizm’in körüklediği kavmiyetçiler ülkeyi bölüp sırtlanlara yem etmeye çalışırken bu aziz millet arayış içerisindedir. İçimizdeki hainleri kahredici bir arayış...
Hiç kimse şu partinin veya bu kişinin karakaşı ile siyah gözüne hevesli değil, çaresizliklere çare aranıyor.
Daha açıkçası ayrışma değil toparlanma zamanıdır.
Görüyorsunuz, tarihi değerlerimizi bile koruyamıyoruz, hatta adlarını söylemekten bile çekiniyoruz. Sen “başkanlık” dedin mi suçmuş gibi o da padişahlık diye tutturuyor.
Halbuki bu millet liderler öncülüğünde kıtalardan kıtalara at koşturdu, kültürünü yaydı, tiranların zulmünde kalan insanlara mutluluklar götürdü. Padişah düşmanlığı aynı zamanda tarih düşmanlığıdır.
Heceliyorum: Pâti(muktedir) – Şah(hükümdar).
Bir defa isim asaletli… Şey kokmuyor…
Türkü, Arabı, Acemi ihtiva edecek şekilde tarih kokuyor…
Senin gibi mahzende yıllanmış şarap kokmuyor.
Diğerlerini nereye asacaksan as da, bu ismi giriş kapınızın eşiğine asın ki her giriş çıkışında anlına vurduğunda ruhun serinler.
Padişah deyince benim aklıma ilk gelen Sultan Fatih’tir.
Tabidir ki Batılılaşma ile birlikte cumhuriyetleşenler, kafa yapıları itibarı ile Fatih gibi bir dehanın çağında ki duruş şeklini kavrayamazlar. Divanları, şeyhülislamlığı, ulemayı, enderunları bilemezler.
İstanbul feth edilmiş olmasaydı kilise tahakkümünü kıran Rönesans da olmazdı. Ortaçağın en zalim ve de en karanlık günlerinde İstanbul vardı. Başpiskoposlar “acaba” diyerekten “ayrı mahkeme, ayrı adalet istiyoruz” talepleriyle Sultan Fatih’e müracaat ettiklerinde hayır dememişti. Ama bir şartı vardı:
“Önce Osman-ı Ali’nin mahkemelerini bir görün da ondan sonra karar verelim.”
Ne görsünler, İstanbul’u fetheden koca Hünkar yargılanmak üzere sanık sandalyesinde. İstanbul kadısı ona hiddetleniyor, sorular soruyor, bağırıyor… Üstelik şikâyetçi bir Ermeni… Sonuçta verilen karar Ermeni'nin lehine Hünkar’ın aleyhine olunca da bu ilginç manzara başpiskoposları şaşırtıyor. Oturup karar veriyorlar:
“Osmanlı’nın yargısı padişahını mahkûm edebiliyorsa biz de isteğimizden vazgeçtik, varsın bizi İslam mahkemeleri yargılasın…”
Şimdi de ruhlar aslına dönüyor… Başkanlık sistemi tabi ki padişahlık değilse de devlet gemisini yürütmeye talip tek başlılıktır.
Bir gün Türk kavmine dayalı Domaniç yaylalarından bir güneş doğdu. Oradan doğan İslam güneşi kıtaları aydınlatırken Kürt kavmine mensup olan Selahhaddin Eyyübi gibi bir kahraman Haçlı sürülerini bozguna uğratmıştır. Acılar, zaferler müşterektir…
Yıkılışın vebalini padişahlığa yüklüyorlar.
Ne var ki bu mükemmel yapı Tanzimat denilen Batılılaşma ile yıkıldı gitti. Ders alalım diye anlatırlar: Kralın ülkesinde kuzu ile kurt yan yana gidermiş.
Sonra bir gün kurtlar kuzuları yemeye başlamış.
Ne oldu ne gitti diye araştırmışlar.
Bakmışlar ki kral ölen kardeşinin çocuklarına düşen mirası vermediği gibi onların ellerinde ne varsa hepsini gasp etmiş.
Anladılar, kral adaletten saparsa kurtlar kuzuları neden yemesin.
Şimdilerde kurtlar kuzuları da yiyor, koyunları da…
Çünkü bu milletin başı yok, Pati-Şah’ı yok…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.