Kıymet Bilelim
Bir önceki yazımızda İslam kardeşliğine dikkat çekmiş ve şöyle bitirmiştik: “Birbirimizin kıymetini bilmeli ve kusurlarından dolayı kesip atmayalım. Belki bunun yerine emr-i bil ma’ruf ve nehy’i anil münker yapalım, nasihat edelim, hak sözü kabul edelim.”
Laf açılmışken bu konudaki bazı gözlemlerimizi sunmaya ve çözümler aramaya devam edelim istedim. Evet, maalesef bir bakıyoruz, “elif’i görse mertek zanneden” bir sürü cahil cühela, onlarca eser vermiş, talebe yetiştirmiş, bir cemaata önderlik etmiş bir zat-ı muhteremi, bir Hoca Efendiyi, bir “mukteda bih”i adam yerine bile koymuyor!
Biz de buna “İnna lillah ve inna ileyhi raciuun…” diyerek Allah Teâlâ’ya sığınıyoruz.
Nereye gitti kardeşlik, sevgi, saygı, cömertlik, îsar, civanmertlik, fedakarlık, fütüvvet, hasbilik, diğergamlık, tahammül, tevazu, mahviyet, ihlas ve samimiyet?
Kaldı ki İslam kardeşlik evrenseldir; Kur’an-ı Kerîm dünyanın neresinde olursa olsun müminleri kardeş olarak ilan etmektedir.
Bazıları bu evrenselliği iyi anlamışlar, dünyanın neresinde bir Müslüman varsa sevmiş ve sahiplenmişler, ama kendi ülkesinde yaşayan, kendi şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde yaşayan kardeşlerini unutmuşlar, onlara yabancılaşmışlardır maalesef.
En uzaktakileri kucaklarken, en yakındakileri itelemek… Hiç de hoş bir şey değildir bu. Oysa işe en yakından başlamak, din kadar aklın da gereği değil midir?
Hani “iman etmedikçe cennete giremez, birbirimizi sevmedikçe de iman etmiş olamazdık?” Böylesi hadis-i şerifleri laf olsun diye mi ezberledik?
Ya şu hadislere ne diyeceğiz:
Ashabdan Cerir b. Abdullah, Hz. Peygamberin, kendisinden şu üç şeyi yapmak üzere biat istediğini bildirir: "namaz, zekât ve bütün müslümanların hayrını isteme (nasihat)."
"Müslümana kötü söylemek fasıklık, onunla savaşmak küfürdür"
"Müslüman müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu desteğinden mahrum bırakmaz. Bir kimse için müslüman kardeşini hakir görmek kadar büyük bir kötülük yoktur."
Böylesine birbirinden kopmuş bir topluluğa ilahî rahmet inmez. Böylesi bir topluluk, zaferi hak etmez. Allah elini çeker böylesi topluluklardan. İşte ayet-i kerime: “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allaha karşı gelmekten sakının ki Onun merhametine nail olasınız.” (Hucurat, 10)
Kardeşliğin kıymetini bilmeyen, kardeşlerinin arasını ıslah etmeyen, kardeşlik haklarını yerine getirmeyerek Allah Teâlâ’dan korkmayan bir topluluk, nasıl Allah Teâlâ’nın rahmetine nail olabilir ki?
Bunlar ümitsizlik ifadeleri değildir. Çünkü Allah Teâlâ bize muhtaç değildir. Eğer biz, aklımızı başımıza alarak kendimize bir çekidüzen vermez, tövbe ve istiğfarla Rabbimize dönmez ve kardeşliğimizin gereğini yerine getirmezsek, Allah Teâlâ bizi götürür, yerimize, “gereğini” yerine getiren “erleri” getirir ve işi bitirir.
Nasıl mı?
İşte şöyle: “Ey iman edenler! Sizden her kim dininden dönerse dönsün: Allah onların yerine öyle bir topluluk getirecek ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar. İşte bu Allahın öyle bir lutfudur ki dilediğine verir. Allah Vâsi ve Alimdir: İhsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir.” (Maide, 54)
Tarih dediğimize şahittir. İslam tarihinin başlangıcında, üçü Hz. Peygamber (a.s) in vefatından biraz önce olmak üzere, on bir toplu irtidad vak'ası olmuştur. Geriye kalanı Hz. Ebû Bekir devrinde yer almıştır. Allah Teala, dinine sahip çıkacak toplulukları getirmiş ve o kafirlere hadlerini bildirmiştir.
Bu gün de maalesef azgın ve yaygın bir irtidat yaşanmaktadır. Öyleyse bugün için de aynı “kanun” geçerlidir. Yani Allah Teâlâ kendi kanunlarını reddeden, aşağılayan ve çirkin gören nankör kullarını, “Bizi yarattıysa yarattı. Gökte otursun ve bizim hayatımıza karışmasın. Biz, hayatımızı bildiğimiz gibi yaşayalım” diyen ve dini hayatlarından dışlayan kullarını götürecek, yerine sevdiği kullarını getirecektir.
“Kimdir bu erler?” diye üzerinde derin derin düşünmemiz gerekir. İşte özellikleri ayette yazılı olanlardır o erler. “Allahın dinine sahip çıkacak topluluk” kavramı çok geniştir, zaman ve zemine göre değişebilir. Nitekim çeşitli zaman ve mekânlarda İslâm tarihi boyunca, bu evsafta topluluklar Allah’ın lütfu ile eksik olmamıştır.
Biz şimdi, Ebrehe karşısındaki Abdulmuttalip’in sözlerine benzer bir söz söylüyoruz: “Bizim derdimiz, kendimizi kurtarmaktır. Allah Teâlâ kendi dinini korur.”