Bu mudur sizin vicdanınız?
Maturidilik üstüne üç yazımız aslında selefilik için bir zemin hazırlamaktı. İki yazı yazdık onun için de. Belki bir iki daha yazılabilir. Ama araya güncellik gereği 28 Şubat Post Modern Darbe girdi. Arkasından o yazılar gelir inşallah.
Bu sefer darbe yerine bir darbe madurunu yazmak zorunda kaldım. Ne acı…
Haberlerde dinlemiştim. Şimdi haber sitelerinde “vay be!” diyerek okuyoruz.
Benim gibi bir dost da “vay be!..” diyor. “Biz ne saf insanlarmışız be hocam. Bizi kimler kandırmış “dava” diyerek? Her meydanda bağıranı “mücahit” sanmışız. Şunlara bak! Bizim sırtımızdan milletvekili oldular, bakan oldular, ama en zor zamanımızda yanımızda olmadılar. Sonra zalimler mahkemeye düşünce, “vicdanım var” diyerek mazlumu unutup zalimden yana oldular…”
Bir dost daha ileri giderek şöyle diyordu: “Eğer Allah Teâlâ’ya davet, İslam’ı tebliğ gibi dini mecburiyetlerim olmasa, evime kapanır, bir daha çıkmam. Ne bu ihanet yahu? Kimi adam bildiysek, sevdik ve destek verdiysek, bizi aldatmış, bizi birilerine satmış buluyoruz. Biz bundan sonra kime güvenecek de iş yapacağız artık?”
Kime mi güveneceğiz?
Elbette Allah Teâlâ’ya…
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hükmüne râm ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka yol.”
İşimizi Allah için yaparsak, gam değil, birileri bizi aldatmış, ya da satmış. Bizim emeğimiz yerini bulmuştur. Biz zaten bazılarını daha baştan olmaması gereken yerlerde görüyorduk da, “aman, koltuk kavgası” dedirtmemek için susuyor, fitneden hazer ediyorduk.
Adamların baştan beri tavrı şuydu; bir işin başında kendileri varsa, o iş cihattır. Kendileri yoksa o iş fitnedir, fesattır. Ölçü kendileridir yani. Bir işi onlar yaparsa cihat olur. Başkası “biraz da biz yapalım” derse, onunkisi “koltuk kavgası” olur. “Şan şöhret için çalışma, mal makam için kavga” olur. Daha da ileri giderek, “Siyonizm’in işbirlikçisi, bölücü ve fitneci” olur. Nedense, nasıl oluyorsa, kendileri hep samimi ve ihlaslıdırlar, başkaları ise hep istismarcı.
Her zaman “abi” olmalıdırlar. Ölür gider, koltuklarından, makamlarından kalkmazlar. Çünkü onlara göre bahane hazır: “Hayat cihattır.” Yahu bu cihat ancak merkezde mi olur? Bunun sağ sol kanadı filan hiç olmaz mı? Nasreddin Hocanın dediği gibi, “biraz da başkaları ölse olmaz mı?”
Cevap hazır; “bu işi ancak biz yapabiliriz? Bu işler çoluk çocuk işleri değil.
“Bıraksanız da biraz da biz cihat etsek olmaz mı? Biraz da biz milletvekili, bakan filan olsak?” derseniz, “olmaaaz” derler.
Habere bakar mısınız?
“Şevket Kazan, 28 Şubat Davası'nda geçen hafta "mağdur" olarak verdiği ifadede, "Savcılıkta şikayetçiydim. Gelinen noktada her insanda vicdan var. Ben de insanım, şikayetçi değilim" demiş, aynı gün öğleden sonra ise mahkemeye dilekçe vererek, "şikayetçi olduğunu" bildirmiş ve davaya katılma talebinde bulunmuştu.
Ancak mahkeme, "CMK'nın 243. maddesine göre, duruşmada şikayetten vazgeçilmesi halinde bir daha katılan sıfatı alınamayacağı ayrıca Ceza Genel Kurulunun içtihatlarında da şikayetten vazgeçen şikayetçi hakkında katılma verilemeyeceği" gerekçeleriyle Kazan'ın katılma istemini reddetmişti.
“28 Şubat Davası'nda "mağdur" olarak beyanı alınan dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın avukatı İsmail Aydos, "müvekkilinin şikayetçi olmadığını beyan etmesi nedeniyle Kazan'ın vekaletinden çekildiğini" bildirdi.” (https://www.habervaktim.com/haber/407674/28-subat-davasinda-sok-gelisme.html)
Sen o zaman milletin vekili değil miydin? “Evet” diyorsan, sordun mu millete? Babanın davasından mı, yoksa kendi davandan mı çekiliyorsun Mücahit Kazan?
Hele bir sor başörtüsü mağduru melek kızlarımıza? Gece yarılarında evlerinden alınıp işkence gören Müslümanlara? İşten atılan memurlara?
Bana sordun mu mesela?
Şimdi açıklıyayım bari. “Bu Sistemden İslam’a” kitabımızı 28 Şubat’ın adamları mahkemeye verdi. Suçlama “cumhuriyete hakaret” idi. 159. Madde Adalet Bakanına, yani size yetki vermişti. “Yargılanmasın” deseniz, yargılanmayacaktık.
Milletvekillerimizle siz Adalet Bakanına ulaştık, adını vermeyeceğim Prof. Müsteşarına ulaştık. “İzin vermem” sözünü aldık. Fakat zaman aşımına bir veya altı gün kala siz izin verdiniz ve biz Kahramanmaraş’tan, kitap orada basıldığı için kışın Ankara’ya gidip gidip geldik. On ay ceza aldık. Bereket ilk olduğu için ertelendi. Fakat her an bu “irtica” belgesi bahanesi ile işten atılabilirdik. Avukatımız “aman bir yerde yazma, konuşma” diye ısrarla uyarıyorlardı.
Ama 28 Şubatçılar o kitapla hedefe ulaşamayınca “İslamlaşma Bilinci” kitabımızla yeniden DGM mahkemelerine yollandık vs. vs.
Sizi bilgilendirip uyardığımız halde siz o “dava açma iznini” hangi vicdanınızla verdininiz Sayın Mücahit Kazan?
Arkanızda milyonlarca mağdur edilmiş mazlumlar kan ağlarken, siz hangi hakla 28 Şubatçıları affeder de Çevik Bir’den teşekkür alırsınız?
Davadan çekilmiş, çünkü vicdanı varmış!..
Bu mudur sizin vicdanınız?