“İslam Şairi” İkbal
İslam Coğrafyası‘nın Batı‘nın işgal ve istilasına maruz kaldığı bilhassa 19 ve 20. yüzyıllarda, Ümmeti uyandırmak ve işgale örgütlü biçimde karşı durmak için pek çok bağımsızlık hareketi ortaya çıkmıştır. Bu hareketlerde ulema ve üdebanın hiç şüphesiz ayrı bir yeri ve ağırlığı olmuştur.
Söz gelimi İngilizlerin Hindistan’ı işgali sonrası 1857’de gerçekleşen büyük ayaklanmada Hint ulemasının ağırlığı tartışılmazdır. Bu ulemanın Hanefî-Mâturîdî çizgiyle Tasavvufî karakteri mezc eden Diyobend ekolünden geliyor olması, üzerinde ayrıca durulması gereken son derece önemli bir noktadır. (Hiç şüphesiz aynı vakıa Anadolu’daki İstiklal Mücadelesi’nin lokomotifi durumundaki kadro için de geçerlidir.)
Bu noktada Müslüman Hindistan halkının, Muhammed Kasım en-Nânotevî, Muhammed Ya’kûb en-Nânotevî, Muhammed Refî’ gibi ulema önderliğinde Osmanlı-Rus harbi sürecinde “Hilafet merkezi tehdit altında” diyerek organize olduğunu ve “az veren candan, çok veren maldan” misali ellerinde-avuçlarında ne varsa toplayıp İstanbul’a gönderdiğini hatırlayalım. Keza Hilafet’in muhafazası için Hindistan’da organize edilen Hilafet hareketi ve onun kurumsal zemini olan Hilafet Komitesi’nin gayretlerini de unutmamak gerekir. Bu komite, hilafetin kaldırılması gündeme geldiğinde, bunu önlemek için İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde aylarca diplomatik girişimlerde bulunmuştu. Yine bu komite aracılığıyla Anadolu’ya 375.000 Rupi civarında maddî destek sağlandığını da kaydedelim.
Hindistan Müslümanlarının Osmanlı ve Hilafet meselesi konusundaki yüksek hassasiyeti hiç şüphesiz burada zikrettiğim türden sınırlı girişimlerden ibaret kalmamıştır. Konu hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenler, ilgili çalışmalara bakmalıdır.1
Hindistan’ın “geleneksel” ulemasının gerek İngiliz işgaline, gerekse Osmanlı‘nın toprak bütünlüğünün muhafazası ve hatta Anadolu insanının istiklal mücadelesine verdiği açık destek bu kadar açık ve net iken “İslam Şairi” Muhammed İkbal nerede durur?2
Bu topraklarda genellikle onu Mevlana aşığı, özgürlük tutkunu İkbal olarak tanırız. “Pakistan” deyince akla gelen neredeyse ilk isimdir o. Ancak tanıdığımız, onun sadece “bir yüzü”dür. Öbür yüzüne baktığımızda karşımıza, İngilizler’in Hindistan’ı işgalini alkışlayan ve İngilizler tarafından “Sir” ünvanıyla ödüllendirilen İkbal vardır.
Şu satırlar ona ait: “İngiliz İmparatorluğunun insanlığın siyasi evrimindeki uygarlaştırıcı bir faktör olarak kalıcılığı, bizim en büyük çıkarlarımızdan biridir. Bu geniş imparatorluk, bizim siyasi idealimizin bir yönünü yavaş yavaş harekete geçirdiği için bizim tam sempatimizi ve saygımızı hak ediyor.”3
Yine şöyle der: “İngiliz İmparatorluğunu dünyadaki en büyük Müslüman imparatorluk yapan şey, koruduğu Müslümanların sayısının çokluğu değil, bu imparatorluğun sahip olduğu ruhtur.”4
Hilafet’in ilgasını onaylayan da, ilga kararının bir “ictihad uygulaması“ olduğunu söyleyen de aynı İkbal’dir.5
1. Örnek olarak bkz. Prof. Dr. Azmi Özcan, Pan-İslamizm Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve İngiltere; M. K. Öke, Hilafet Hareketleri…
2. Wikipedi'de geçen, "Kurtuluş Savaşı yıllarında Pakistan halkını, Türk halkının milli mücadelesine destek vermek için örgütlemiş, milli mücadelede kullanılmak üzere Pakistan halkından 1.5 milyon sterlin toplayıp Ankara hükümetine yollatmıştır" ifadesi hatalıdır. Zira Milli Mücadele sürecinde ortada henüz "Pakistan" diye bir devlet yoktu!
3. A.g.e., 77.
4. Muhammed İkbal, İslam Düşüncesi, 78.
5. İkbal, İslam'da Dinî Düşüncenin Yeniden Teşekkülü, 213.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.