Yargıtay Başkanı Evrim Olayını Yanlış Anlamış Olmasın
Adli Yıl’ın açılışı nedeniyle şu konuşma Sayın Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’e aittir...
"(...) Laik devletin koyduğu kurallar dini inançlar ile bağdaşmıyor ise ne olacaktır. Hıristiyanlıkta böyle bir sorun yoktur. Musevilik ve İslâmiyet'te ise böyle bir ikilem olduğu, akıl ile iman arasındaki bu ikilemin, İslâmi inancın yaygın olduğu toplumlarda ciddi sorunlar yarattığı söylenebilir. Bu sorunları çözmek teoloji bilimine ilişkin bir iş olup, bu konuda şöyle bir değerlendirme öne sürülmektedir: 'Ayet ve hadisler, insan eşitliğini sağlamaya yönelik bir evrimin başlangıcı, ilk aşaması sayılırsa, zamanın şartlarına da uyulmasına cevaz bulunduğuna göre, kurallar bu evrimin amacına uygun biçimde yorumlanabilir ve o zaman lâikliğin İslâm inancı ile çelişmesi zaten söz konusu olamaz.' "
Madem adli yılın açılışıdır, o kürsüde laiklik denilen ithal zihniyetten bahsetmesen olmaz... Belki de, bazı çevreler konuşmamızı kabul de etmeyebilirler...
Oysa ki, bu milletin sıkıntıları laikliğin nasıl anlaşılamadığı noktasında düğümlenmiş asla değildir. Adli Yıl’ın açılışı deyince, beklerdik ki yargı; geçmiş seneler zarfında şu kadar arşın uzunluğunda büyüdü, gelişti, işler azaldı densin... En azından başarılar maratonunda kendisini ifade etsin, ama olmadı... Değişen bir şey yok her şey yerli yerinde....
Sayın Başkanım, bağışlayın... Adalet cephesinde güneşin çok geç vakitlerde battığını ve ertesi sabah da yine çok geç vakitlerde doğduğunu biliyoruz.
Vatandaşın hakim kapılarında yıllarca süründüğünü, Yargıtay’da tutuklu bir davaya iki yıla yakın ancak sıra gelebildiğini biliyoruz...
Yetersiz hakiminden tutun da, vatani görevlerinden kaçmak isteyen vicdan-ı retçilere kadar... Akşamdan medyanın karşısına oturup siyasi nutuklar attıktan sonra sabah da kürsüde karar verenlerin yargıya zarar verdiklerini de biliyoruz...
Bu yargıda konuşulacak çok şey varken niye ille de lâiklik?
Hem o, hem de adaletin evrim teorisi insanların maymundan dönüşmesine benzemez... Avrupa hukukunu incelediğimizde karşımıza çıkan gerçek şudur.... O hukukun geçmişinde hem kiliseler anlayışı, hem de Roma hukuku vardır.
Yanlış mıdır? Hayır, öyle olması da gerekir...
Hangi hukuk vardır ki içerisinde onu yapanların dini ve de örfi anlayışlarını yansıtmasın? Hangi canlı vardır ki yaşadığı ortam ile ana ocağı özelliklerini düşünce dünyasında taşımasın? Hangi bitki vardır ki yaşadığı ortamdan kalıntılar taşımasın?
Dünya üzerinde bir tek biz varız... Cezamız İtalya’dan, idaremiz Fransa’dan, usul ve erkanımız Almanya’dan, cenaze merasimimiz İslâm hukukundan...
Seksen yıldır taşıma su ile değirmen döner mi? Veya dönüyor mü?
Daha düne kadar İtalya ile İspanya’da karı kocanın ayrılması ancak ölümle oluyordu... Bu yasağın kaynağı da Katolik anlayışı değil miydi?
Hadi onlar kendi yapıları ve tarihi gelişimlerine göre bir yerden başlattıkları hukuku bugüne kadar evrimleştirerek getirdiler, biz bu işi nereden başlatalım ki evrimleşelim?
Bizimkine irfan soframızda yer kaldı mı ki? Her şeyi düşünmeden, tartışmadan kaldırıp attık...
Ameliyat makası gibi hukuku da dışarıdan ithal eden bir ülkeyiz... Laikçilik denilen anlayışın da geldiği yer Fransa olup, bu anlayışı Jakobenler 40 bine yakın insanın kellesini giyotinlerde kesmek suretiyle tanrılaştırdılar... Mayasında barış, sevgi değil... kan vardır...
Bizde de, lâikçilik, dine karşı saygılı olmaktan ziyade resmi ideoloji dergahında bir dayatmadır. Lâikliğin hukuk alanındaki çıkış noktası akıldır diyorsak, o zaman akıllara gelebilir ki, akılsızların anlayışında bir lâikçilik hukuku topluma dayatılıyorsa ne yapmamız gerekecek? Bu halka lâikçiliği kabul ettirmek için biz de mi Jakobenler gibi mi yapsak, ne yapsak?
Malum, akıl her zaman “akıllı” olmak demek değildir. Dünyamızda sayılmayacak kadar akılsızlar da vardır. Bunun Hitler’i, Mussolini’si, Saddam’ı da vardır... Onlar da diktatörlüklerinin akıl yolunda meşru olduğunu iddia ediyorlardı ..
Hukuk milli bir temele, bir kültür potansiyeline dayanmıyorsa hukuk değildir... Daha da açıkçası, halkın maşeri vicdanını meydana getiren ulusal kültürden hukuk oluşur... Bunun içerisinde ayet de vardır, hadis de vardır, akıl da vardır, görenek, gelenek de vardır...
Ayet ve hadisleri evrimin başlangıcı saymak demek, vahyin ne anlama geldiğini kavrayamamak demektir... Şayet ayet ve hadisler insan aklından çıkma normlar olsaydı sayın başkanının söyledikleri kural olarak doğrudur... Ama değil, ayetin geldiği yol vahiydir... Her şeyi ezeli ve ebedi ile bilen Allah’ın mesajlarıdır onlar... Yaratılan insanın bu kurallar dışında evrimselleşmek gibi bir kabiliyeti yaradılıştan yoktur... Son çerçeve, son durak ayetlerin kendisidir.
Onun için Kur’an ayetleri evrimleşmez...
Aksine, o kuralları anlayabilmemiz için bizlerin evrimleşmeye ihtiyacı vardır...
Kaldı ki, bu Anadolu’nun en azından 1000 yıllık geçmişi vardır... Değişik medeniyetler, değişik inanç grupları... Her birisinin ortak noktasını inançlar belirler... Özellikle Türk halkı Müslüman olduğuna göre, onun her adım atışında inandığının emarelerini görmemiz yanlış bir hareket sayılmaz... Gidin görün ki, bir ülkede Budistler çoğunlukta ise yasaların kültüründe mutlaka Budist zihniyeti hakimdir, aksi zaten olamaz... O yüzden, Avrupa’nın hukuku inançlarıyla çelişmez, bizimkisi ise çelişir... Moral gücü yüksek milletler her devirde efendi, aşağılık kompleksinde olanlar ise müstemleke, köledir. Sözü Mustafa Kemal’le bağlayalım...
“Ecnebi düşmanlığından maksat bağımsızlığımız ise, evet, biz ecnebi düşmanıyız...”
Ama, hiçbir zaman ayetlerin evrimleştirilmesini aklımızdan geçirmeyiz... 10.9.2008
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.