Rektör Atamalarındaki Yöntem
Temmuz 1992’ye kadar rektörler atama ile geliyordu. Yani YÖK, Cumhurbaşkanına isim bildiriyor; Cumhurbaşkanı da o ismi rektör olarak tayin ediyordu. 1992 Temmuz ayı başında bu usul değişti ve şimdiki (3 dereceli seçim) uygulamaya konuldu. Bu sisteme göre, üniversitelerde sadece öğretim üyeleri (Profesör, Doçent ve Yardımcı Doçentler)’nin kullanacağı oylarla, 6 isim, rektör adayı olarak belirlenir ve YÖK’e iletilir. YÖK, bu 6 ismi tartışır ve 3’e indirerek 3 ismi cumhurbaşkanına bildirir. Cumhurbaşkanı da bu 3 isimden birini rektör olarak tayin eder.
Pek çok seçim esnasında, üniversitelerde rektör atama krizleri yaşanmıştır; şimdi de İstanbul üniversitesinde yaşandı. Neymiş, cumhurbaşkanı, en çok oyu alanı değil de ikinci olanı atamış. Bu olamazmış.
Olur!... Hem de bal gibi olur!...
Eskiden de şimdi de yaygara koparanların gözden kaçırdıkları husus şu: Üniversitelerde kullanılan oylar, rektör seçme oyları değildir; aday adayı belirleme oylarıdır. Bütün adayların aldıkları oylar, 6 kişinin YÖK’e bildirildiği anda eşitlenir. Yani artık hangi adayın kaç oy aldığı önemli değildir. Bütün adayların aldıkları oylar, sıfırlanarak eşitlenmiş demektir. Bu aşamadan sonra, YÖK, çeşitli açılardan değerlendirerek aday adayı sayısını 3’e indirir. 3 isim Cumhurbaşkanına bildirildiğinde, sıralamaları da sıfırlanmış; hepsi de ilk sıradaymış gibi görülür ve Cumhurbaşkanı da kendine göre belirlediği kriterler çerçevesinde atamayı yapar.
YÖK ve cumhurbaşkanı, adayın üniversitesinden aldığı oya göre bir atama yapmadığında yırtınanların üniversite mensupları olmasını anlayamıyorum. Medya mensupları, kanunun temel esprisini bilmedikleri için boş boş konuşup yazabilirler. Zaten onlara haber olsun da ne olursa olsun, önemli değildir. Fakat üniversite hocalarının, tek belirleyici aşamanın üniversitedeki temayül yoklaması olduğu düşüncesiyle, “demokrasi katledildi; oylara saygısızlık, iradeye hakaret” gibi laflar etmeleri, çok komik geliyor bana.
Sezer’in uzatmalı cumhurbaşkanlığı günlerinde (19 Mayıs 2007), Kastamonu Üniversitesi’ne, en çok oyu alan adayı değil de kendisinden başka 1 kişinin oyunu alan ve 67 yaşına merdiven dayayan; yani normal emekliliğine 2 ay kalmış bulunan Prof. Dr. Bahri Gökçebay’ı atamıştı. Şimdi İstanbul Üniversitesi’ndeki atama için yırtmadık yerlerini bırakmayanlar, o zaman gıklarını çıkarmamışlardı. Bu çifte standardın sebebi, tek oyla atanan rektörün 2011 seçimlerinde Kastamonu’da CHP’den milletvekili adayı olması mıydı?
1992 rektör seçimlerinden beri, bu uygulamanın içindeyim. Doğrudan veya dolaylı olarak alakalı olduğum hiç bir seçimde, “Niye birinci aday atanmadı da ikinci veya üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı aday atandı?” diye sormamış, yazı yazmamışımdır. Çünkü böyle bir soru, mevcut sürecin tabiatini bilmemek demektir.
Hadi gazetecileri geçelim, üniversite mensuplarını da geçelim; arkadaşlar YÖK ve siyasetçiler de, rektör adaylarını, aldıkları oylara göre değerlendiriyorlar. Yani kanunun temel esprisi olan her aşamada, alınan oyların sıfırlanması konusunu unutmuş bulunuyorlar. Seçime girmeye niyetli adaylara bu işe layık olup olmadıklarına bakmadan, “Birinci veya hiç olmazsa ikinci ol gel.” diyen bir irade var.
Kısacası, rektör atamaları konusunda herkes yanlışta ve bu yanlışa dayalı gerginlik politikasında ısrarlı görünüyor. Bu arada olan, üniversitelere oluyor. Vaktiyle dediğimiz gibi, seçim-meçim laf; atayıp geçeceksin rektörü arkadaş!... Atama yapılırsa, siyaset karışırmış. Sanki şimdi karışmıyor da?!... Güldürmeyin adamı!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.