Evimiz Yanıyor
Bir önceki yazımızda İslam herkesin dinidir aslında ve herkese duyurulmalıdır demiş ve vurgulamıştık: Ona inanmayanlar, ne acıdır ki, peşin bir hükümle “o Müslümanların dinidir” diyorlar ve bu bahane ile ona bîgâne kalıyorlar. Bu dinin sanki kendileriyle bir alâkası yokmuş zannediyorlar.
Bu bilinmeden verilen peşin hüküm, bu araştırılmadan varılan önyargı onları İslam’dan mahrum ediyor maalesef, hatta öldürüyor, mahvediyor, ama onlar farkında değiller.
İslam ile kendisi arasına koyduğu bu engeli insanlık nasıl aşar? İşte bu konu bizi çok düşündürüyor, derinden tasalandırıyor ve yaman üzüyor. İşte bu bize dert oluyor ve içimizi acıtıyor, yer yer ağlatıyor.
Ne var ki bugün bizim asıl derdimiz bundan daha fazladır maalesef. Bundan daha da büyük, daha da çok, daha da acı ve ağlatıcıdır bizim derdimiz demiş ve bu yazıya havale etmiştik açıklamasını. Şimdi hemen onu yazalım:
Dilimiz varmıyor ki demeye, ama mecburuz elbette söylemeye.
Söylemesi çok acı, aynı zamanda utanç verici olan bu büyük derdimiz, bu değerli dinin, yabancılar tarafından değil, öncelikle ona inandıklarını söyleyenler tarafından yer yer inkar edilerek terkedilmesidir. Hatta inkardan öte bizzat İslam yurdunda, yani kendi ülkesinde, hem de “ben de Müslümanım” diyenler tarafından kendisine savaş açılıyor olmasıdır.
Yani İslam’ı gayri Müslimlerden önce Müslümanlara tebliğ etme, davet etme, öğretme gereği, hatta mecburiyeti… Bu nasıl bir kahredici durumdur Allah aşkına? Biz hariçteki yangına koşalım derken, şimdi evimiz yanıyor. Kendi delilerimiz, evimizi yakıyorlar…
Akıl alır gibi değil bu!
Bu olacak şey değil!
Ama gerçek budur maalesef!
İster istemez, “bu durum nasıl oldu?” diye sormak gerekiyor.
Hayatımız bu derdi dillendirmek ve Müslümanları bilinçlendirmek amacıyla geçiyor. Batılılaşmanın nasıl “Müslüman toplumlarda kafirleşme sorunu” doğurduğunu son beş altı kitabımızda yazdık. En son “Batılılaşmayla Hesaplaşma” ile içinde bulunduğumuz “Adı Konmamış Savaş” kitaplarını da yeni bitirdik. Bu son ikisi baskıyı bekliyor. İlgilenenlere duyurulur. Bu konu o kadar derin ki, her halde yazmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. İnşallah…
Evet, çağın en büyük sapıklığı “dini terk etme”, “dinden dönme” anlamında “irtidat”tır. Hem de toptan. Bunun en büyük sebebi de “İslam Medeniyetinden çıkıp Batı Medeniyetine girmemizdir”. Özeti ise “laiklik”tir. Bunu hep anlattık, hep sorguladık. Bu son iki eserde de o sancılı macerayı ve ardından yaşanan dinden sapmaları ve çıkan acı gerçekleri tesbite çalıştık.
Dile getirmeye çalıştığımız bu büyük derdimiz malesef İslam ülkelerinde uzun yıllar, hatta yüzyıllardır yaşanan ve nerdeyse olağanlaşan bir durumdur. O kadar olandır ki, artık birçok Müslüman tarafından yadırganmıyor bile.
Aksine, “yeniden İslam’a” sözü malesef yadırganıyor, “irtica” ve “yobazlık” olarak damgalanıyor, “siyasal İslam” yaftasıyla vuruluyor ve “yeniden ortaçağ karanlığına mı?” diye mahkum ediliyor. Yıllar önce “Bu Sistemden İslam’a”, “İnançta Arınma” ve “İnançta Kirlenme” kitaplarımız bunun ortaya koyduğu inkar kirini yıkamak için yazmıştık. Bunu yazmaya mecbur kalış ne kadar acıdır değil midir?
Şimdi daha iyi anlaşılmıştır inşallah bizim derdimiz davamız ne kadar büyük ve ne kadar acıdır?
Biz elimizdeki güzelliği, o bitmez tükenmez hazineyi âleme götürelim derken maalesef onu kendi evimizde ve ocağımızda, yurdumuzda ve bucağımızda kaybettik. “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” bu olsa gerek.
Bizim böyle büyük bir derdimiz davamız varken, birileri tutmuş bizi paçalarımızdan, siyaset meydanına çekmeye çalışıyor ve particilikle yaftalayarak sözlerimizi etkisiz kılmaya ve itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Bu vebal niçin?
Kaldı ki az mıdır o meydanda olup biteni yazan, çizen, konuşan, çabalayan insan? Yetmiyor mu yani?
Elbette yetiyor ve ben onlarla yetinerek böyle bir konuda yazmaya gerek duymuyorum. Nedeni de, benim bir güvencemin varlığıdır. Zira O kutlu Nebi (sav.) haber vermiştir:
“Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz”.
O kadar!