RAMAZAN-NEFİS VE NEFSANİYET
Ramazan ayı oruç ayıdır. Oruç, bütün semavî dinlerde var olan ibadet olup bir gerekçeye dayalı olarak farz kılınmış değildir. Yalnız Allah emrettiği için, bir kulluk görevi olmak üzere ifa edilir, edilmelidir. Esasen ibadetlerde gerekçe aramak batıldır. İbadetler Allah katından emredildiği gibi ve Hz. Peygamber’in gösterdiği gibi yapıldığı takdirde ibadet olurlar, Allah katında makbul olma şerefine erişirler.
Ancak, biz diğer ibadetlerde olduğu gibi, orucun hikmetlerini öğrenerek yaparsak daha büyük bir iç huzuruna kavuşur, tatmin olmuş bir halde bu ibadeti sürdürürmüş oluruz. Orucun birçok hikmeti vardır. Hikmet incelik, sır, derin anlam demektir. Herkesin bu ibadetten çıkardığı gizli anlamlar varıdır. Biz bu vesile ile orucun nefse bakan hikmet yönüne değinerek onu kavramaya çalışacağız.
Oruç, kelimenin tam anlamı ile bir nefis terbiyesidir. Nefis insanın iç âlemine nüfuz eden ve hayatına hükmeden, bütün kötü düşüncelerin kaynağıdır. Nefis bedene yerleşen bir tür virüs gibidir. Tertemiz dünyaya gelen insanı kirletmeye ve tehlikeli yollara sevk etmeye çalışır. Kur’an’ın ifadesi ile “Nefis gerçekten kuvvetli bir şekilde kötülük işlemeyi emreder.” (Yusuf,12/53) Nefis, saldırgan bir canavar gibidir. Ona karşı korunmanın yolu Allah’ın yüce katına sığınmaktır; diama Allah ile beraber olmak ve takva sahibi olmaktır.
İslam âlimleri “Nefsini tanıyan Rabbini tanır.” Demişlerdir. Bunun anlamı şudur: İnsan kendisini tehlikeye düşüren nefsini tanır da onu dizginlerse, o zaman kul olduğunun idrakine varır. Allah ile kendisi arasında herhangi bir perde kalmaz. Ramazan’da tutulan oruç, gerçekten insanı masivadan koparıp Allah ile beraber olmaya götürür.
Oruç nefsi, en çok sevdiği şeylerden uzaklaştırmaktır. Bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor: “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa onlar kurtulacaklardır.” (Haşr, 59/9) Nefsin cimriliği, insanı insanî değerlerden uzaklaştırmasıdır. En büyük cimrilik bu değerleri kısıtlamak ya da yok etmektir. Yüce Rabbimizden dileğimiz, bizi nefsimizin şerrinden koruması ve şeytaniyetten melekiyete doğru sevk etmesidir.
Ramazan ayını, en üst seviyede, nefsaniyetten uzaklaşma ayı olarak da değerlendirebiliriz. Burada bir nebze de nefsaniyet üzerinde durmakta fayda olduğuna inanıyoruz. Nefsaniyetten uzaklaşma ayı olan bu kutsal zaman dilimi içinde, maalsesef bir kısım Müslüman kardeşlerimizin, orucun sosuz hazinesinden hiç nasip almadığı görülmektedir. Mal ve menfaat hırsı uğruna, bu mübarek günlerde kavga eden, insanlara saldıran hatta adam öldürme cüretinde bulunan bazı Müslümanların haberini okudukça, nefsin en büyük düşman olduğunu daha iyi anlıyoruz. Nefis terbiye olmaz, nefis ıslah olmaz, belki dizginlenir. O her an insana saldıran bir canavar gibidir. Yahut insan hücrelerini yok eden zararlı bir mikrop gibidir.
Bu vesile ile bir konuya değinmek istiyorum. 05.09.2008, sabah saatleri TV. Programlarından birinde, maalesef lüzumsuz bir konunun tartışıldığını izledik. Gerçekten çok üzüldüm. Programda başı örtülü ve ilahiyat alanında akademisyen olduğunu, fakat din alimesi olmadığını söyleyen felsefeci bir hanım, bir de İlahiyat alanından bir akademisyen vardı. Konu, kadınların erkeklerle aynı safta yan yana namaz kılmaları meselesi idi. Hanım akademisyen hanımların erkeklerle yan yana namaz kılabileceklerini savunuyordu. Bunun için, erkeklerin eğitilebileceğini ve kadınlara karşı kötü duygu ve davranışlarını disipline edilebileceğini; dolayısıyla, sakınca ortadan kalkınca sakıncalı işin da mubah olacağını savunuyordu. Ancak, nefsin sadece erkeklerde değil kadınlarda da var olduğunun farkında değildi. Yahut böyle bir durumu göz ardı ediyordu. Kendince ibadetlerde kadın-erkek ayırımı yapılmasının gerekçesini ortaya koyuyor, bu gerekçeye dayalı olarak da yeni bir hükmün getirilebileceğini iddia ediyordu. Fesüphanellah! Bizim bildiğimiz, erkeklere oranla kadınlarda nefsin ve nefsanî arzuların daha etkili olduğudur. Yoksa çağımızda kadınlar melekleşmiş midir? Erkekler aleyhine ayırım yapan bu iddiaya göre, insanların melekleşmesi mümkündür. O zaman sadece ibadetlerdeki bu farklılık değil, bütün dinî hükümlerdeki cezaî müeyyidelerin de kaldırılması gerekir. Öyle ya, nefsi eğitilen kişi zaten suç da işlemez; o halde cezaî müeyyidelere gerek yoktur. Böyle bir şeyi düşünmek bile hatadır.
Nefsaniyetin bir başka yönü bu gibi programlara çıkan ilahiyatçıların tutum ve davranışlarıdır. İlahiyat hocası demek, mütevazı insan demektir. İlahiyatçı demek “Ben” demeyen, “Ben”i arkasına atmayı başarabilen kâmil insan demektir. Nefsaniyet adına, Kur’an adına öyle bencil davranışlar olmaktadır ki, insan hayretler içinde kalıyor. Halkın doğru dini bilgilenmeye elbette ihtiyacı vardır. İlahiyatçılar, elbette görüş ve yorumlarını serbest bir şekilde ve halkın dinî inanç ve bağlılıklarını zedelemeyecek tarzda ifade edeceklerdir. Ancak, bunu yaparken “Ben”in öne çıkarılmaması gerekir. “Ben” olan yerde din olmaz. Bu konuyu sadece “ben” bilirim, en iyi “ben” bilirim, en iyi “ben” yorum yaparım, “ben yanılmam”, “ben” güçlüyüm, gibi söz ve davranışlar nefsaniyetin ta kendisidir. Nefsaniyete kapılan bir ilâhiyatçı başkasını irşat edemez, belki onun irşada ve eğitilmeye ihtiyacı vardır. İlahiyatçı ve eğitimci olduğu halde, nefsini eğitememiş, benlik deryasında yüzen ve canının çektiği yapan sonra da bir milletin karşısında iğrenç ifadeler kullanarak meydan okuyan insanların vay haline… Cehennemde bir değirmen vardır ki, bu gibi âlimlerin kafasını öğütür. Nefsimizin şerrinden Allah’a sığınırız. Nefis asla terbiye olmaz, uslanmaz. Nefsimizden şikâyet edelim, başkalarını övelim. Nefsinden razı olan adamdan Allah razı olmaz.
İlahiyat mesleğine mensup olanlar, programcıların peşine düşmemeli, programcılar ilahiyatçıların arkasından gitmeli, onlardan saygı ile bilgi istemelidirler. Tarihte iz bırakan hakiki âlimler böyle yapmışlardır. İmam Malik’in meşhur bir sözü vardır: “İlim ayağa gitmez, ilmin ayağına gelinir.”
Bu gibi medya mensupları, halkın kutsal ibadetleri ile uğraşacak yerde, özellikle uzmanlık alanına bakarak, takva sahibi âlimleri bularak köklü dini bilgiler veren daimi programlar yapmalıdırlar. Sadece Ramazan’a mahsus, reytinge dayalı bu gibi programlar, belki bazı simaların tanınmasına yarar, fakat halka çok fayda sağlamaz. Allah rızası için İslam dinini en iyi bilen ve en iyi anlatanlardan yardım istenmek suretiyle halkımız aydınlatılırsa toplum huzura kavuşur. Medyada bunun yapılması gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.