Başkan, buralar sensiz olmaz!
Hadise basit: 77 yaşında rahmetli olan emekli hemşire Necla Omay, milyon YTL'ye varan mirasının bir kısmını TKP'ye vasiyet etmiş.
Haberi duyuran Sabah gazetesine göre Türkiye Komünist Partisi yöneticileri bu mirasla ilgili olarak araştırma yapıyorlarmış. Neyi araştırdıkları pek anlaşılmıyorsa da, kendi aralarında doktrin münakaşası açıp,
- Yoldaşlar, biz özel mülkiyeti, burjuva hukukunu reddeden bir partiyiz; binaenaleyh birinin mirasından pay almak devrimci bir tavır değildir; almayalım bu parayı! diye olmazlandıklarını sanmıyorum; tereddütleri galiba, diğer varislerin açacağı itiraz davasından kaynaklanıyor, nitekim iddiaya göre, "Necla Omay'ın yaşlı ve akıl zayıflığından, vasiyetnamenin iptali gerekmektedir" gerekçesiyle iş mahkemeye düşmüş.
Emekli hemşire diye geçiyor ama galiba Necla Hanım, İstanbul'un eski burjuva tabakasına mensup, variyetli bir ailenin kızı olmalı ki, milyon YTL'ye ilaveten Nişantaşı'nda birkaç apartman dairesi de tedarik edebilmiş. Bu sosyo-ekonomik kesit, TKP'nin eski tüfek profiline üç-aşağı beş yukarı uyuyor: Burjuva, vâriyetli, iyi tahsilli, katı romantik ve soft materyalist!
Merhûmeyeye rahmet, mirasçılarına ise dâvâlarında muvaffakiyet dileyerek öteki meseleye geçiyorum; biliyorsunuz, Türk-İş'in eski genel başkanlarından Bayram Meral, CHP'den (Aslında belli irtifalardan sonra parti rozetinin anlamı kalmıyor; al yeşil sendikacıyı vur sarıya; tut kızılın perçeminden, çarp turuncuya) vekil seçildikten sonra da vaktiyle başkanlığını yaptığı Yol-İş Sendikası'ndan her ay 5 bin YTL maaş "kabul etmiş" ve ayrıca makam aracı ile cep telefon masraflarını da sendikaya ödetmiş bulunuyor. Bizzat görmedim fakat basın toplantısında bu durumu doğrularken şöyle demiş:
- Ayrılacağım zaman arkadaşlar dediler ki, 'Başkan, buralar sensiz olmaz, sen yine burada bizim başımızda dur, danışman ol, bize yol göster. Hem sen buradan da Türk-İş'ten de para alıyordun, ikramiyesi, vesaire vardı, milletvekili olduğunda da ekonomik yönden kaybın oluyor' deyip böyle bir protokol yaptılar...
Vallahi işin parasında pulunda değilim, alan da işçi, veren de işçi; neticede işçinin parası bir cepten ötekine gidiyor fakat Sayın Meral'in açıklamasındaki bir ifâde beni resmen sersemletti; ayrılacağı zaman arkadaşları, "Başkan, buralar sensiz olmaz, sen yine bizim başımızda dur, bize yol göster!" demişler ya, işte "Başkan"la "arkadaşları" arasındaki şu gönül râbıtasını kapitalist, sosyalist veya materyalist felsefenin kavramlarıyla izah etmek mümkün değil; bana göre bu "sorunsal" ancak tasavvufî, hani şu "Teve"lerin iftar programlarında estirilen "rûhânî-psişik" şeysilerin düzleminde irdelenebilir: Merbûtiyet, sadâkat, ahde vefâ, teslimiyet, çile, transandantal aşkınlıklar(!), samimiyet, ihlâs, takvâ.. hâsılı ne ararsanız...
Ben onu-bunu bilmem, "arkadaş" dediğiniz böyle bir şeydir işte; içlerinde pek sendikacı yok ama yine de bu durum, benim arkadaşlarımın kulağına küpe olsun!
Şimdi soruyorum, bu iki hadise arasındaki ortak unsur nedir? Cevap: "Paranın dini imanı yoktur" diyeceksiniz; eh, mübarek gün, haydi öyle olsun diyelim fakat iki gündür kahkaha krizine girmeme sebep olan şu "bıyığa sinkaf" hadisesi, bu iki olayla bağlanabilir mi dikkatinizi çekiyorum: Sportif bir anlaşmazlığın, neticede, "annenize hürmetler ederken, bıyıklarınızı da derhâtır ediyorum" şekline bürünmesi neyi gösteriyor? Bana göre tek şeyi; vaktiyle hakkında, "uçsa da kuş değil" diye kerâmet buyurduğum "İmperatore", artık terini soğutmadan ve kuzgunların iştahını kabartmadan bu işi bırakmalı ve nerede kadri biliniyorsa, oraya doğru ufak ufak yoluna koyulmalıdır.
Ne derler İtalyancada; arrivederci; ancak gitmek var siz buradan...