Rahmet ayında merhamet katliamı
Deniz Feneri hadisesi ile ilgili bir değerlendirme için muhtemelen en nesnel mesafede bulunanlardan biriyimdir. Ne yöneticileriyle ne kurumun kendisiyle şimdiye kadar bir temasım veya tanışıklığım olmadı. Belki "yoksulluk üzerine" düzenledikleri bir sempozyuma yaptıkları daveti saymasak… Ona da başka bir programımın çakışması dolayısıyla katılamamıştım, ancak sempozyumu uzaktan ilgiyle izlemiş ve kendimce değerlendirmelerde bulunmuştum. Sosyal yardımlaşma faaliyetini daha profesyonel bir düzeye taşıyabilmek üzere meselenin özündeki yoksulluk sorunuyla bu düzeyde ilgilenmek, her hâlükârda takdir edilecek bir adımdı.
Buna mukabil Deniz Feneri ve belki aynı kulvarda hizmet eden birçok kuruluşun son on yıl içinde artan faaliyetlerini her zaman ilgiyle izlemişimdir. Bu faaliyetler Türkiye'de geniş bir sosyolojik zemini olan, bir yanı kentleşmeyle bir yanı da sivil toplumun gelişmesiyle yakından ilgili olan bir gelişmeye işaret ediyor. Bir dönem TV kanallarında bazı muhtaçlara yapılan yardımların gösterilmesine yönelik eleştirilere de kısmen katılmakla birlikte bunun sonuçta verimliliğin esas olduğu bir dünyada oldukça akıllı bir reklam faaliyeti olduğunu düşünmüştüm.
Deniz Feneri'nin kurulduğu günden bu yana sosyal yardımlaşma konusuna yeni ve çok güçlü bir konsept getirmiş olduğuna hiç kuşku yok. Türkiye'nin birçok yerinde yürüttükleri yardım faaliyetlerini veya bu yardımları alan insanlar düzeyinde bizzat görme imkânım oldu. Bir ilde neredeyse envanteri tutulmamış tek bir ev, tek bir köy bırakılmamış olduğunu ve ihtiyacı tespit edilmiş ailelere düzenli olarak ihtiyacı nispetinden yardımın son derece düzenli kayıtlar tutularak ulaştırıldığını da bizzat müşahede ettim. Bu kadar büyük çaplı bir yardımlaşmayı bu kadar disiplin altında sürdüren bir kuruluşun mevcudiyeti doğrusu beni bir hayli heyecanlandırmıştı. Böyle bir kurumun varlığı Türkiye'nin artan toplumsal gücünün de, kalitesinin de bir işaretidir bana göre.
Böyle bir kuruluşun Almanya kısmında neler olduğunu tam olarak anlamış değilim. Ama daha yargı aşamasında ve insanların hayır ve merhamet duygularının en yoğun olduğu Ramazan günlerinde olayı her türlü hayır faaliyetini töhmet altında bırakacak bir kampanyaya dönüştürenlerin en hafif deyimiyle merhamet katliamı yaptıklarını görüyorum. Türkiye kısmında da bu çapta bir yapılanma içinde bazı istismar veya yozlaşma alanları bulanların çıkmasını ihtimal dışı görmüyorum. Önemli olan kurum yönetiminin bu istismar ve yolsuzluklara göz yummuyor olması, insanların yardım ve merhamet duygularına, iradelerine karşı büyük bir sadakat içinde bulunduklarını göstermesidir.
Deniz Feneri tarzı yardımlaşmalara karşı bazı eleştiriler de bu tür hayırseverlik görüntülerinin yoksulluğu kökünden çözmeye çalışmak yerine muhtaç insanlara erzak dağıtarak vicdanları aklamaya hizmet etmesi; yoksulluğun kapitalizmin ürettiği bir sorun olduğu gerçeğini kamufle etmesi, devletin çözmesi gereken bir sorunu olmaktan çıkarıp halkın merhamet duygularına terk etmesi, insanları yardım eden ve yardım alan kategorilerde suni bir ayrıştırmaya gitmesidir.
Bütün bu eleştirilerin haklılık payı vardır, ancak bu yaklaşımlar da yoksulluk sorununun devlet marifetiyle tamamen çözülmüş olduğu ve henüz dünyanın hiçbir yerinde gerçekleşmemiş mekanik bir toplumu işaret ettiklerinin farkında değiller. Hiç kimsenin hiç kimseden yardım almadığı, bütün ihtiyaçların bir şekilde sosyal devlet makinesince çözüldüğü bir toplum ütopyası bu. Ayrıca böyle bir mekanik toplumun gerçekleşmesi mümkün olsa bile o zamana kadarki yoksullara ne yapılması gerektiğine dair en ufak bir fikri yoktur bu eleştirenlerin. Belli ki toplum olarak çok uzakta olduğumuz o zamana kadar mevcut yoksulların ihtiyaçlarını ne yapacağız?
Ayrıca insani yardımlaşmaya hiç yer bırakmayan makine gibi toplumun bütün insani özellikleri yok ettiğini ütopyalar çağının örnekleri yeterince göstermedi mi bize?
Yoksa siz yardımı, infakı sadece ihtiyacı olana verilen bir basit bir vergi mi zannediyorsunuz? Yardımın felsefesi bazılarının zannettiğinden kuşkusuz çok daha derindir. Yardım eden kişi öncelikle kendine yardım etmiş oluyor. Yardım (İslami deyimiyle infak, hayır) öncelikle insanın eşyaya olan bağımlılığından, tutsaklığından kurtulmasına yardım eden, "öteki"nin sorumluluğunu kendi sevdiği eşyadan feragat etme pahasına yüklenmesini öğreten bir nefis terbiyesinin önemli bir adımıdır.
Hayır işleyen kişi, kendinden bir şey vermiş oluyor. Kendinden verdiği her şeyle öncelikle eşyaya olan tutsaklığından kurtuluyor. İnsan sevdiği eşyaları başkasına vermeyi düşünmeye başladığı andan itibaren yoğun bir iç-mücadele sürecine girmiş oluyor. Eşyayı başkasına verirken o eylemin tadını çıkarıyor, özgürleşiyor. O yüzden zannedildiğinin aksine yardımı yapan kişi o yardım eylemine yardımı alandan daha fazla muhtaçtır. İslam tarihinde zekat verecek insan bulamadığı için yana yakıla başka yerlere seyahat eden insanların hikayeleri bir trajedi gibi anlatılır.
İhtiyaç kalmamış olduğu için kimsenin yardım almadığı, kimsenin de yardım etmediği bir topluma ulaşılmasını gerçekten istiyor muyuz?
Doğrusu devletin veya ilgililerin bu hedefe yürümek gibi bir sorumluluğu var ve bu sorumluluğu hafifsemiş olmak istemem. Ama böyle bir toplumun herkesin bencilce hiç kimseyi düşünmeden, sadece kendine kapanarak yaşadığı merhametsiz ve ruhsuz bir toplum olacağını görüyorum ben, ya siz?