Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Mehmet Görmez, Hepimize Misâl Olmalı

Mehmet Görmez, Hepimize Misâl Olmalı

Mehmet Görmez’in bir kasetten bahseden kişiye kapıyı gösterdiğini okuyunca, “İşte bu!” dedim. “Çözüm bu. Müşterisiz iftirâ, atıldığıyla kalır.”

Hoş, asırlar önce bir başka hoca, yeterince misâl olmuş ama biz adam değiliz.

Nasreddin Hoca, “Bak Hoca! Bir tepsi baklava gidiyor.” diyen kişiye, “Bana ne!’” demiş. Aynı kişi, “Ama sizin eve gidiyor” deyince de “Sana ne!” demiş. 

Bizim toplumda, bir kadını bitirmek için kasete gerek yok. Tek kelime yeter. Bir hikâye de benden olsun. Kendimle ilgili hem de. 

Vaktiyle, iyi bir tâyinime vâsıta olan birisi, engel olmaya çalışacakların hakkımda ne söyleyebileceğini sormuştu.

Saf saf, “Sâdece, ülkücü derler” dedim. Fakat neler denebileceğini öğrendiğimde, günlerce kendime gelemedim.

Uyduruk kasetlere ne gerek var ki? Özellikle erkek zihni, montaj hususunda teknolojiye rahmet okutur. 

Yıllar evvel, psikoloji mezunu, ağır mı ağır, muhafazakâr bir bürokratın makamında öyle bir muameleye maruz kaldım ki hâlâ, tesirini üzerimden atabilmiş değilim. Birinci görüşmemiz, iş teklifi içindi. Teklifi, “Hanımefendi, bizimle çalışmayı düşünür müsünüz?” şeklinde yaptı. Fesi, sahilde bıraktım. Çok iyi bir işti. Ama ısrarla kesin olup olmadığını, işyerim sorun çıkarırsa ne yapacaklarını sordum. “Ne demek sorun çıkarmak? Emredeceğiz gönderecekler?” dedi. Bu kadar ipucu yeter sanırım. Her yere emreden bir yer olduğunu anladınız. Evrakı, gözümün önünde hazırladı.

Fakat aradan aylar geçmesine rağmen, ses seda çıkmadı. Bu arada, bu adamın sözüne inanıp, yeni görev yerimin yakınına taşındım. Parası ayrı, eziyeti ayrı… 

Baktım, iş uzuyor; sormaya gittim. İçeri girdiğimde, yerinden bile kalkmadı. Garip bir surat ifadesiyle karşıladı.

“Benim tayinim olmuyor mu?” diye sorduğumda, sesini kullanmaya tenezzül etmedi; kaşlarını kaldırdı. Beden dilini size tercüme edeyim: “Senin gibi bir kadın, ben varken buraya bir adım atamaz.” Sonra bana ahlâk dersi vermeye başladı. Evet… Evli barklı, beş çocuk annesi, şerefiyle namusuyla devletine hizmet etmiş olan bana, “sen” diye hitap ederek ahlâk dersi vermeye başladı. “Bak! İşyerinde kapını kapat. Kimseyle konuşma, görüşme. Emekliliğini bekle.” Yazarken bile tüylerim diken diken... Bunları söylerken yüzünde ekşi bir ifade vardı. Bu aşağılayıcı tablo, uzunca... Burada keseyim. Üç gün ağladım. Bir gün uyandığımda, gözlerimden yaş akıyordu. Uyurken ağlıyormuşum meğer.

Hakkımı helâl etmedim. Uzun bir süre, âh ettim. Çok iyi bir kariyeri olan bu adam tepetaklak oldu. Muhtemelen, şimdi çok üst düzey bir görevde olacaktı veya vekil adayı. Bir süre boş dolandı. Sağa sola yaltaklanarak bir genel müdürlük kaptı. 

Bu yazıyı yazmaya ahdim vardı. Zîrâ, bu bürokrat söz arasında, “Yazıp çizmeye meraklıymışsın. Onlarla uğraş.“ diye nasihat etmişti. Sanki pasta börekten sıkılmışım da anket defteri tutuyorum edasıyla. “Söz” demiştim kendi kendime. “Seni, mutlaka yazacağım.”

İşte böyle, aziz okuyucu... Tam yerine rast geldi. Hatırlayıverdim. Daha doğrusu hiç unutmadım. Bu müptezel herifin ismine gerek yok. Sayfayı kirletmesin.

Bu tip insanlar için şöyle bir şey duymuştum. “Odasına ilk giren kazanır.” Yâni, ne söylense inanır. Çok acı bir gerçek ama bürokrasideki erkeklerin çoğu böyle. Ne söylense inanmaya, kulak vermeye hazırlar. Bu yüzden

Mehmet Görmez, herkese misal olmalı. 

Şimdi size soruyorum. Suç, iftirayı atanda mı inanda mı?

İftiraya uğrayan kişi, ölse şehit oluyor. İftira atan, kendi nârına yansın. İftiraya inananlar da akılsızlığına…  

MERAL AKŞENER’E

Kazayla bir sapan taşı bir altın kâseye değse
Ne taşın kıymeti artar ne kıymetten düşer kâse

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi