Tarihin dirildiği mekânlar: Mezarlıklar
Yılın ilk günü Eyüp Sultan mezarlıklarını gezdim…
Rütbeli-rütbesiz, mevkili-mevkisiz bir sürü mezarın arasında kendi sonumu yaşarken, aklıma Yunus’un dizeleri düştü:
“Teferrüç eyleyi vardum,
“Sabahın sinleri gördüm…
“Karılmış kara toprağa,
“Ol nazik tenleri gördüm.
“Kimi gamda kimi şadman,
“Yatarlar sinnide pinhan,
“Boşanmış damar akmış kan,
“Batmış kefenleri gördüm.”
Eskilerimiz, mezarlıklara “vatanın tapu senedi” gözüyle bakar ve tapuyu korur gibi mezarlıklarını korurlardı…
Fakat bir ara, pek çok kültür kaynağımız gibi, eski mezarlıkları da ölüme terk ettik! Bereket versin bu gaflet fazla uzun sürmedi: “Geçmişine sahip çıkmayan geleceğine de sahip çıkamaz” anlayışı içinde uyandık.
Bu uyanış sonunda, kültür kaynaklarımızla birlikte, o kaynakları inşa eden ölülerimize de sahip çıkmaya başladık. Eyüp Sultan Mezarlığı’nın şimdiki hali (özellikleri camiin haziresi) böyle bir sahip çıkışın eseridir.
Eyüp Sultan Belediyesi’ni ve Belediye Başkanı Ahmet Genç dostumu kutluyorum.
O himmet eli uzanmasaydı, tarihi mezarlık çoktan mezbeleliğe dönüşür, bazı kendini bilmez sergerdelerin mekânı haline gelirdi.
Şimdi etraf tertemiz; tarihi mezarlar yenilenmiş. Kırık mermerler değiştirilmiş. Mezarlık, tümüyle, eski bir huzur kenti manzarası kazanmış.
Tarihi mezarlıktaki mezar taşlarını birazcık okuyabilen insan, tarihin içinde yürüdüğünü hissediyor.
Tarihi mezarlıklar aslında birer tarihtir çünkü…
Zaman mezarlıklarda ölümsüzlüğe kavuşur. Usta eller tarafından sanat âbidesine dönüştürülmüş mezar taşları, ayrı ayrı hayatların hikâyesini anlatır.
Ayrıca, mezar taşlarındaki hürmet ve azamet, Osmanlı ceddimizin ebedî hayata (ahırete) verdiği değeri de simgeler. Kısacası hayat eski mezarlıklarda daha bir kıymet ve anlam kazanır.
Gelecekten haberdar olmak için müneccim olmaya gerek yok; gidin eski bir mezarlığa, kendi geleceğinizi gözlerinizle görün!..
Hem tarih içinde yürüyün, hem de geçmişinizde geleceğinizi yaşayın.
Asrî mezarlıklarda tarih içinde yürürken, birden tanıdık biri çıkar karşınıza: “Hüvelbaki” diye başlayan hitabenin içinde geçen isim, ilkokuldan beri tarih kitaplarında okuduğunuz aşina bir isimdir...
İşte bu rastlaşma tarihi bir eski zaman masalı olmaktan çıkarıp sürekliliğe dönüştürür. Tarihin yitip giden bir şey olmadığını hissedersiniz. Aynı zamanda onunla iç içe yaşadığınızı fark edersiniz.
Karşınızda Sultan Dördüncü Murad’ın sadrazamlarından Hafız Ahmed Paşa, üç adım sağında İkinci Vezir Sinan Paşa, yanındaki tüm görkemiyle Rüstem Paşa, bir kulaç kadar ilerisinde Köprülü Mehmed Paşa, çandarlı Halil Paşa, Murteza Paşa…
Şehzâdeler, kadın efendiler, valide sultanlar, şeyhülislâmlar, yeniçeri ağaları, sekban başları...
Tarihten gelen aşina simalar, “Kimler gelmiş, kimler geçmiş şu fani âlemden!” sözünü gaflet uykusu uyuyan bendenize âdeta haykırıyor.
Eyüp Sultan mezarlığında yatan sultanları, şehzâdeleri, sadrazamları, beyleri, paşaları, kısacası kendi dönemlerinin kudret ve azamet sembollerini görmek, kendi faniliğim üstüne ebediyet kılıfı geçirme hayalimi (yani başkaları ölüyor ama ben sonsuza kadar yaşayacağım düşüncesini) altüst etti.
öyle ya: Şimdi kıyamet uykusu uyuyan bu insanlar bir zamanlar hüküm sahibiydi. Dedikleri dedikti. İki kelime ile baş alıp baş verir, iki cümle arasında krallara boyun eğdirirlerdi…
öyle güçlüydüler ki, eminim hiç birine ölüm yakıştırılmazdı.
Yine de ölüp gittiler. Mahallenin garibanıyla devletin en üst makamı, mezarlıkta eşitlendi.
Bu anlamda ölüm her insana yakışıyor! Yakışmasaydı Efendimiz ölür müydü?
Yakışıyor, çünkü Cennet yolunun kapısıdır, ölüm; yaratılmış en büyük ve ebedî nimete ulaşmanın çaresidir…
Cennet’e gitmek için ölmek lâzım!
•
Makam, mevki, rütbe, sırma ve apoletleri mezar taşlarında görmek, dünyanın herkes için “fanî” olduğunu bana bir kere daha anlattı…
Dünyaya kilitli yüreğimin kilidi bir kez daha kırıldı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.