İçimi kemiren Kurt
Sevgili Peygamberimiz “Evlenin, çoğalın. Ben diğer ümmetler karşısında sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” Demiş. (İbn Mace, Nikah, I. El-Hindi, Kenzu’l Ummal, XVI. 276, no: 44442.)
Biz Ümmet-i Muhammediz hamdolsun. En büyük iftihar kaynağımızdır bu.
Peygamberimiz de en büyük iftihar sebeplerimizdendir.
Ama içimi bir kurt kemiriyor.
Acaba peygamberimiz, şimdiki şu halimizde bizimle iftihar eder mi?
Gerçi bu halimizle de insanların çoğundan daha iyi olabiliriz belki. Bizden daha zalim, daha ahlaksız, daha günahkar bir yığın insan var dünyada başka ümmetlerden. Ama bunlar teselli vermiyor ki…
Önemli olan Sevgili Peygamberimiz’in övüneceği bir ümmet olmaktır.
Ümmet-i Muhammed olmaktır.
Ümmet-i Muhammed deyince hepimizin aklına insanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmet geliyor. İyiliğe çağıran, kötülükten alıkoyan, insanlığa şahit, onlar üstünde murakıp, vasat bir ümmet geliyor. Önder bir ümmet yani.
Yeryüzünde dünya ile ahireti birleştirmiş, hak ile gücün izdivacını sağlamış, adalet ile insafı barıştırmış, birey ile toplumu sevgi ve erdem potasında eritmiş, hayırda yarışan, barışı esas alan, hukuka saygılı, görevi ibadet bilen, ilim ve hizmet aşığı bir denge ümmet. İnsanlığa İslam Medeniyetini sunan ve onların mutluluğu için olağanüstü çabalar gösteren, ceht, çaba ve gayret sarfeden bir ümmet.
Bu ümmet bir zaman vardı ve harikalar ortaya koydu. Daha bir avuçken İslam davasını sırtlandı ve eziyetlere, işkencelere aldırmadan uzun soluklu tebliğ yürüyüşünü sürdürdü.
Bu ümmet devletini kurunca kısa zamanda dünyaya açıldı ve ışık saçtı, erdem ekti, medeniyet bitirdi.
Ancak tarihî serüveni içinde birçok zalimlerin düşmanlığını da kazandı bu arada. Hasetçilerin hasedi zaman zaman alev oldu bağrında.
Dünya ayaklarına serildi bu arada. Her canlı gibi o da yoruldu. Yaşlandı. Zaman zaman zevklere daldı, vazifesini unuttu da yolundan kaldı. Gaflete düştüğü de oldu. Durdukça içten kokuştu. İhtilaflara düştü, evlatlarının kavgasını gördü, ayrılıklar bağrını dağladı…
Zayıf düşmesi kendi kusuruydu kuşkusuz. Fırsatı ganimet bilen hasımları, hep beraber çullandı ümmetin üstüne…
Acımadılar. Bu ümmet bir zamanlar bize ilim verdi, medeniyet verdi demediler. Birinci dünya savaşında siyaseten maplup ettiler. İlmen asla yenemedikleri bu yiğidi, siyaseten yere serdiler.
O acıyı Akif’ten okuyoruz… Harabeler, dumanı tüten yangın yerleri, eziyet ve işkence altında ezilenler, inim inim inleyenler…
Bu gün birbuçuk milyar Müslüman var. Ama bunlar, mağlup edilmiş, mağdur edilmiş mazlumlardır. Ülkeleri görünür görünmez işgal altında ve amansızca sömürülüyorlar.
Bilerek cahil bırakılmış, ihtilafa boğulmuşlar. Kendileriyle dinamikleri arasına korkunç engeller açılmış… Ayağa kalkmak için harekete geçtiği her defasında, yeniden ensesine binilmiş bir ümmet…
Haliyle eski safveti yok. Eski fazileti yok. Eski ilmi ve medeniyeti yok. Kurumlarının kökü kurutulmuş…
Şu andaki manzara bu ümmete yakışan değil. Cehalet, tefrika, fısk, fücur, zulüm, taklit, taassup kol geziyor.
Bunları düşündükçe utanıyorum ve onun için diyorum “Acaba peygamberimiz, bu halimizde bizimle iftihar eder mi?” diye…
Ama ümitliyim de…
Şu halimizle bile düşmanlarımızı korkutuyor ve olağanüstü tedbirler almalarına sebep oluyoruz. Şu anda bile alimlerimiz, düşünürlerimiz, yer yer siyasilerimiz yeniden dirilişten, ayağa kalkıştan bahsediyor ve çabalıyorlar. İnsanlığa yeni tebliğler sunuyor, dünya için projeler geliştiriyorlar.
Yeni bir çağın eşiğinde insanımız kıpır kıpır… Azıcık deşelesen iman ve cihat kıvılcımları çıkıyor küller arasından…yeni bir medeniyetin dumanları tütüyor, heyecanlı…
Bu ümit ve istek, bu aşk ve iştiyak, içime ihtimaller ekiyor, heveslendiriyor beni ve diyorum ki: “Acaba peygamberimiz, bu halimizde bizimle iftihar eder mi?”
Eder de inayet elini uzatır mı?