Ara Çözüm
Ara çözüm acil olarak sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapmaktır. Ana çözüm ise İslam’a dönmekten başkası değildir.
Çağın geldiği seviye de göz önüne alınarak ve yaşananlardan dersler çıkarılarak İslam’ın yeniden formatlanmasıdır nihaî ve kalıcı çözüm, ama şu anda yaşanan gerçeklere göre bu uzak gözükmektedir. Uzaktır, çünkü şu anda Müslümanlar İslam’a maalesef çok uzaktır. Acı ama gerçek bu.
Müslümanların kendilerinin bile bilip teslim olmadıkları bir hayata başkalarını davet etmeleri, herhalde yerine oturmayan bir davet olacaktır. Ama yine de yapılmalı, o başka bir konu. Allah Teâlâ dinini yaşayarak koruyan bir insan topluluğunu elbette yaratacaktır, ama burada, ama başka bir yerde. Bizim derdimiz, bu güzel insanların, bizzat kendimiz olmasıdır bu yaşadığımız topraklarda…
Allah Teâlâ kokmuş ciğer satmıyor. İslam’a, kıymetini bilenler gelsin. Kıymetini bilenler, bundan dolayı hamd ve şükreden, bunun için her fedakârlığa gönüllü var olanlar. İşte o insanlarla İslam arasına hiçbir engel giremez. Girmeye kalkışan, kendini yerde perişan bulur.
Ama bu toplum, henüz o toplum değildir. Bir toplum kendi içinde değişim yaşamadıkça, dışarıdan zorlamalarla değiştirmenin bir faydası yoktur. Bu ülke bu acıyı yaşadı Cumhuriyet tarihi boyunca. “Cumhuriyet” adı altında batının batıl inançları, pozitivist inkârı, kutsalı olmayan dünyevî şehvetleri, “laiklik” adı altında bir “yaşam biçimi” olarak sunuldu halkımıza. Sonuç ortada.
Kimse yanlış anlamasın; Müslümanların “cumhuriyet”le bir sorunu yoktur. Kimse iftira etmesin, “Müslümanlar saltanat istiyor değildir.”
İslam ve Müslümanlar kadar saltanata, krallığa, diktatörlüğe, faşizme düşman bir din, bir sistem ve bir insan topluluğu olamaz. “İslam’da Devlet ve Siyaset” kitabımızda uzun uzun anlattık, bizim başımıza gelen ilk ve en büyük musibet, “hilafet”ten “saltanat”a düşüştür. Cumhuriyetin “hilafet”i kaldırdığını söylemek, aslında büyük bir yanılgıdır. Çünkü kaldırılan saltanattır, hilafet zaten yoktu… O Emevî’lerle beraber çoktan gitmişti dünyadan. Ama zaman zaman onun kalıbı bile iş görmüş, o başka mesele…
Neyse, bunları yazmıştık yakında, tekrar etmeyelim. Şimdi şunu söylüyoruz; bir toplumu zorla değiştirmek ve istediğimize dönüştürmek, bunun için cebir ve şiddet kullanmak, biz Müslümanların ta baştan beri karşı olduğumuz bir durumdur ve tarihî bir gerçektir.
Bize göre dinde zorlama yoktur. İnsanlar, ancak benimseyip inandıkları ilkeleri yaşar ve yaşatırlar. Biz de nerede ve nasıl olursak olalım, inandığımız ilkeleri yaşar ve yaşatmaya çalışırız gücümüz yettiğince. Yetmediğine gelince, ondan sorumlu değilizdir zaten.
Başa dönecek olursak, mademki bu toplum, etkin bir çoğunluk olarak kendisine sonsuz saadeti sunacak İslam’a hazır değil, hatta nasıl izah edilebilir, nasıl mazur görülebilir bilmiyoruz ama maalesef razı da değil, öyleyse “zaruret” kuralı gereğince, bize en az zarar veren bir ara çözüm istemek, aklın ve mantığın ve maslahatın da bir gereği olsa gerektir.
Bazıları belki de bunu bir taviz sayacak ve yakıştırmayacaklardır. “İslam olmadıktan sonra hiç fark etmez.” Diyeceklerdir. Belki haklı da olabilirler. Ama bizce alakası yok. Onlara şunu hatırlatalım: Mekke döneminde Habeşistan da Müslüman olmayan bir ülke ve toplumdu. Ama Sevgili Peygamberimiz ashabına oraya hicret etmelerini söyledi ve bu onlar için hayırlı oldu. İşkenceci kâfir Mekke toplumunda yaşamak, yine kâfir ama baskısız ve işkencesiz Habeşistan’da yaşamaktan farksız olsaydı, Peygamber Efendimiz (sav) niye hicret emrini verecekti ki?
Onun için “ara çözüm”den bahsediyoruz. Ara çözüm, insan haklarına saygılı, özgürlükleri garanti altına almış, eşitlik ve adaleti sağlamaya çalışan, hukukun üstünlüğünden ve yargı bağımsızlığından yana, gelir dağılımında dengeli, herkese fırsat ve imkân eşitliği sunan, hür teşebbüsü destekleyen, insan öncelikli bir anayasayı yapmak ve uygulamaktır.
Etkin bir azınlık müstesna, herkes de bunu ister gözüküyor. Bu bir sosyal mutabakattır. Barışta hayır ve bereket vardır. Birlik ve beraberlik, dirlik sebebidir. Eziyet, işkence ve savaş, olmasa daha iyi olur elbette. Bunlar istenmez, ama gelirse de kaçılmaz.
“Hudeybiye Sulhu”, Müslümanlarca “mağlubiyet” olarak algılandı ve soğuk karşılandı. Ama Sevgili Peygamberimiz onu seve seve imzaladı. Allah Teâlâ da ona “feth-i mübin” dedi. Bunu Müslümanlar da gördüler daha sonra. Barış ortamı, İslam’ın yayılmasına yaradı çünkü…
Öyleyse, başta siyasetçiler olmak üzere, toplumda söz sahibi olanlar, bunu gerçekleştirmeliler. Biraz zor da olsa, milletin kendilerine verdiği imkân ve saygınlık adına bunu gerçekleştirmeli, bunun için mücadele etmelidirler. Bu mücadele onurludur ve halk da onlardan yanadır. Dolayısıyla galip gelecekleri kesindir.
Öyleyse siyasetçiler kendilerini seçen halktan başka yerlere minnet duymaktan vazgeçmeli ve millete en büyük hizmet olan bu işi savsaklamamalı, işi ciddi tutmalı ve bir an önce bu işi bitirmelidirler. Milleti boş yere oyalamamalıdırlar.
Dünyevî imkânları bir yana bırakalım, onurlarını ancak böyle koruyabilirler.